Ülke gündemi boş kalmıyor. Bir olay kapanıyor, ertesi gün bir sonrakinin tartışması başlıyor. İş arkadaşları, komşular, aile bireyleri tartışıyor, whatsapp guruplarında okuyup adam olmuş eski okul arkadaşları tartışıyor, açıkoturumlarda anlı şanlı profesörler at gözlüklerini takmış tartışıyor, siyasiler durmaksızın tartışıyor. Tartışma kelimesi artık yeterli değil, adeta didişme yaşanıyor. Bu tartışmalar eskiden de hep bu kadar şiddetli, önyargılı ve güdümlü müydü? Onu ya da bunu destekleyenler, insanları ve kurumları kategorize edenler, empati yoksunu bireyler, seviyesiz entellektüeller. Ağız dalaşları, kavgalar, troller, provakatörler. Hepsinden önemlisi boşa akan saatler, günler ve ömürler.  

Tüm bu tartışmalarla sanki bir şeyler kaçıyor. “Kuyu-İp” anaforunda kaybolup gidiyoruz. “Belki derin olan kuyu değil, kısa olan iptir” der bilge (Konfiçyus’a atfedilir). Başkası tersini söyleyebilir elbette, farklı görüşlere saygı duyulmalı. Yıllar geçiyor, hayatın renklerini, yitip gidene özlemi, kavuşmanın hazzını, sevdayı ıskalayıp ömrümüzü tüketiyoruz. Anlamsız bir inatla, ölçüp biçmeden, amaçsızca ipi sallandırıp nice kör kuyuların karanlığına atlıyoruz. Her atlayışımızda, ipin sonunu fark edemeden elimizden kayıvermesiyle kuyunun derinliklerine doğru, aklımızda cevapsız sorularla, yuvarlanıp gidiyoruz; derine, derine, daha da derine… Bilincimiz yerinde, duvarlara çarpa çarpa, taşlara, çalılara takıla takıla, dibe vurmanın dehşeti içinde, çığlığımız gırtlağımızda birikiyor. Dibe doğru adeta kayıp giderken, yukarıda kuyu ağzının giderek zayıflayan ve küçülen ışığı altında ümidimiz de küçülüp gitmekte. Bu dibe kayış nefesimizi keserken, ahlakımızı, insanlığımızı, vicdanımızı da alıyor, boşluğa, kuyunun dibine, bilinmeyene fırlatıyor. Yaşam enerjimiz, damarımızdaki kan, zihnimizdeki melekeler, vicdanımızdaki bilge, ruhumuzdaki incelik yitip gidiyor. Her geçen an dibin soğukluğu, karanlığı, bilinmezliği içimizi dolduruyor. Düştükçe puslar arasında dibin o pis kokusunu ve zehir gibi tadını alıyoruz, kanımıza geçiyor, iliklerimize kadar yayılışını hissediyoruz. Kalbimize ulaşıyor, perdeleri yırtarak vicdanımızı esir alıyor, son insanlık kırıntılarını da kaybediyoruz. Dibe kayan insan kalabalığında sıkışarak ara sıra olan yavaşlamaları, inatla ve ısrarla kurtulmanın bir delili sayıyor, yeniden yukarı çıkmanın ümidiyle bizi yalancı bir sevincin sarmalamasına izin veriyoruz. Bu geçici kısa anlarda geçmişi hızlıca bir kenara itip, ipin uzunluğunu ya da kuyunun derinliğini tartışmaya, yine, yeniden, bir daha başlıyoruz… İşte o zaman haykırasım geliyor:

Biz ne zaman bu kadar bencil olduk?

Aklımız, mantığımız ve bilgeliğimizi ne ara terk ettik?

Ahlak ve insanlığımızı ne karşılığında değiş tokuş ettik?

Ey akıl ve vicdan sahibi insan!

Ne ipin kısalığı engeldir ne de kuyunun derinliği aşılmazdır bizim için; yeter ki aklını bilimin ışığında, vicdanını sanatın zenginliğinde hareketlendir.

Kurtul artık şu Kuyu-İp anaforundan!

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: