Bıyığı yeni terleyen, mahkemenin ‘reşit’ kararı sayesinde memurluğa başlamış, cılız bedenli, çocuksu görünümlü, meslek lisesini yatılı okumuş bir delikanlı; Bayburt’un Bayraktar köyünde Kadastro aday memuru olarak işe başlar. Kendinden bir yıl kıdemli arkadaşı onu sahiplenir. Çünkü Ankara’daki şimdiki Etnografya Müze’sinin salonunda buluşmakla başlar yakınlıkları. Birlikte konferans izlemek ve aynı sloganları haykırmak kaynaklı bir bağları vardır…

Bayraktar Köyü İlkokulu mekânlarıydı. Gündüzleri gün ışığında arazide, geceleri ‘optimus’ marka gazlı lüksün ışığında geç vakte kadar çalışmakla geçerdi tüm vakitleri. Dünya ile irtibat sağlayan yegâne araçlar ‘Standart’ marka küçük radyoydu. Akşamları 22.45 de üniversite kayıtları hakkındaki haber, genç memur adayının kaçırmadığı, pür dikkat izlediği program. Gök gürültülü şiddetli sağanağın dağı taşı sürüklediği bir Cuma akşamı o arzu ettiği üniversite bölümünde kayıtların başladığını radyosundan öğrendi. O gece hiç uyuyamadı sevincinden. Kendine ağabeylik yapan memur ‘İstanbullu’ diye hitap ederek motive ettikçe, o mutluluktan uçuyordu. Lüksün gazı bitmemiş olsa sabaha kadar uyumayacaktı…

Bir bozkır köyünde doğmuş, yokluk içinde büyümüş, şimdi de köyünden bin kilometre uzakta bir dağ köyünde memur adayıydı. Üniversite ona mühendis unvanı ile birlikte şehirde yaşama bileti olacaktı. Bu sebeple mutluluktan uçmakta haklıydı. Zaten mutluluk dediğiniz ne ki? İnsanın kendini anlamlı ve değerli hissetmesi değil mi? O da değerliydi, mühendis olacaktı, ‘ağabeyciğim’ dediği memur ‘İstanbullu’ dedikçe, o bir kat daha büyük hayallere kaptırıyordu kendini. Elini sallasa etrafında yüzlerce insana değecek; amma değerli insan o kadar azdı ki…

Sabah kahvaltı sofrasını kuran köylünün, “Köyle Bayburt arası bağlantıyı sağlayan Çoruh Nehri üzerindeki tahta köprünün uçtuğunu” söyleyince dünyası karardı, sevinci hüzne dönüştü. O; şehre gidemeyecek, okuluna kayıt yaptıramayacaktı. Memur ağabey, muhtarı çağırttı, “Ne yapacaksanız yapın, kardeşimi Erzurum yoluna ulaştırın! O okuluna kayıt yaptıracak, zaman sınırlı…” dedi. İki atlı eşliğinde çıktılar köyden. Bir saat sonra Karayollarına ait bir traktörü görüp şoförüne teslim ettiler genci. Atlılardan biri şoföre; “Bak Bahri kardeş, beyimi yola kadar götür ve otoposa bindirmeden ayrılma yanından! Beyim gariptir…” tembihini sıkıca yaparken, ‘garip’ sözcüğü onu garipsetti, gencin gözleri doldu, ha ağladı, ha ağlayacak…

Neyse ki, burunlu otobüs tez geldi. Otobüste tarif edilemez bir hüzün çöktü yüzüne, gönlüne. Kendinden kaçan, kendine koşan; farkına varmaksızın, bir sonraki yüz yüze geleceği bir hayatın eksersizlerini tekrarlayan yalnızlığın, kimsesizliğin, garipliğin hüznüydü bu… Ve iki saat sonra Erzurum garajındaydı…

Sabahın erken saatinde kalkış yapacak otobüs için bilet bulabildi. Yol; oldukça ince, çift yönlü trafiğe açık, standardı çok gerilerde kalmış, çok virajlı, inişli çıkışlı, yer yer asfaltı delik deşik, hız yapmaya fırsat vermez cinsten. Tam otuz saat sonra Sirkeci iskelesinden bindiği dolmuşla okuluna kavuştu. Kaydını yaptırıp akşam Bayburt otobüsüyle müdürlüğe dönüş yaptı. Henüz bir buçuk aylık memur adayı istifasını vererek izinin üstünde, ağabey memura salam salıp, memleketine dönüşü başlattı.

Bayram arifesi, otobüslerde yer bulmak zor. Aktarma yaparak, kâh oturarak kâh ayakta yolculuk yaparak köyüne ulaştı. Elindeki kırmızı şeritli boncuk mavisi valizini bir kenara bırakıp, elini öpmek üzere anasına yöneldi. Anası tek başına bir taraftan hamur açıyor, bir taraftan da çörek pişiriyor. Tam o sırada babası Bayram namazını kılıp gelmiş, dakika değil, saniyeler sonra girdi eve. Sarılma öpüşme faslı bitti. Ve oturdular; azığı yağsız çökelek olan burcu burcu kokan sıcak çörekli bayram sofrasına.

Babası; “oğlum geleceğini yazmamıştın mektubunda, sürpriz oldu bize” deyince, “Baba ben üniversiteyi kazandım, kaydımı yaptırdım, istifamı verip geldim. Mühendis olacağım…” Suratı düşe babasının; “Oğlum, elimizde avucumuzda bir şey yok, ben seni nasıl okutacağım?” sözüyle çörekten kopardıkları parçaların arasına koydukları çökelekli lokmalar üçünün de boğazına düğümlendi…

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: