https://encrypted-tbn1.gstatic.com/licensed-image?q=tbn:ANd9GcRhAeXsBUXEJXc0j5a3cA1iPcOES0xtJLfDhjv4eOr-D8emMd-XXRtmi_57qq9LlZeGNscsn2TdVIkVfSY

 

      98 kuşağının en önde gelen temsilcilerinden olan İspanyol şair/ yazar ve düşünür Miguel De Unamuno 29 Eylül 1864’te  Bilbao’da doğuyor ve 1880-1884 yıllarında Madrid’de felsefe ve edebiyat eğitimini tamamlıyor. 1891’de Salamanca Üniversitesi’nde Yunan-Latin Edebiyatı profesörü oluyor. Diktatör Primo de Rivera’nın hükümet darbesi sırasında o da siyasi mücadeleye atılıyor.  Düşüncelerini korkusuzca ifade edince mesleğinden men edilerek tutuklanıyor. Kuzeybatı Afrika kıyılarına yakın Kanarya Takımadaları’ndan Fuerteventura’ya sürülüyor. Hayatı boyunca inandıklarını savunmaktan ödün vermiyor. Sürgünlük, görevden alınma, yıldırma… ne onun yazıp üretmesine ne de mücadelesine mani oluyor. 31 Aralık 1936’da ev hapsindeyken ölüyor.

             Sis’i 1914 yılında yazıyor ve yapıtta sıra dışı bir yöntem geliştiriyor. Yazar, gerçek bir insan sıfatı bağışladığı Victor Goti’ye eserin Önsöz’ünü yazdırıyor.  Victor Goti, yazısında kendisi gibi roman kahramanı olan Augusto Perez’in dostu sıfatıyla onun acıklı hikâyesi ve esrarlı ölümüne ilişkin düşüncelerini anlatıyor. Unamuno, “Önsöz’ün Arkasından” başlığıyla Goti’yi gerçek bir insanmış gibi eleştiren bir yazı yazıyor. İlerleyen sayfalarda Goti, okuyucunun karşısına roman kahramanı olarak çıkıyor.  Bu ikilemle okuyucunun zihninde kurgu ve gerçeklik arasındaki sınırı zorluyor. Victor Goti’nin kurguya dönüşmesi yazarın gerçeklik kazanmasına neden oluyor. Yazar bununla da yetinmiyor, ilerleyen bölümlerde kendisi bir karakter olarak yapıta dâhil oluyor ve kurgusallıkla gerçekçiliğin keskinleşmesini sağlıyor.  Bu yüzden romanın tek bir üslubu yok.  Birbirinin içine geçmiş pek çok dilin ve anlamın karşılıklı ilişkisi içinde gelişen olay örgüsü, okuyucunun dikkatini canlı tutmakta oldukça başarılı oluyor.   

             Yazar,  varoluşçu felsefi düşüncelerini edebi bir dille romanda dile getiriyor. Unamuno, diğer yazarların aksine roman kahramanlarını önceden planlamıyor; çünkü o hayatın rastlantısal olduğunu savunuyor. Bu yüzden olay örgüsü rastlantısal olarak biçimlendiği için kendisi de bilmiyor.

           Unamuno, insan gerçeğinin ve hayatın özüne inmenin imkânsızlığını farkına vardığı için, gerçeğin çeşitli yönlerini okuyucuları için araştırıyor. Onu en çok düşündüren ve üzerinde düşünce üretmesine sebep olan şey; insanın yazgısı, hayatın anlamı ve ruhun gerçekte ölümlü olup olmadığıdır. Onu en çok düşündüren önemli bir sorun da, “nereden geliyorum, nereye gidiyorum?”sorusudur. Bu soruların yanıtlarını ararken bir bakıma kendi varlığı ile ilgili gizi de çözmek istiyor.

       Agusto Perez ile Victor Goti birbirinin dostudur. Augusto, annesinin üzerine titrediği ve onun ölümünden sonra yönünü kaybettiği birisidir. Annesi ölmeden önce ondan evlenmesini ve çocuğunun olmasını istiyor.  Annesinin ölümünün akabinde bir ruhu olduğunu da unutan Augusto, rastlantılar üzerine kurgulanmış bir hayat sürüyor ve rastlantılar sonucu da kendi varoluşuna uyanma serüvenini yaşıyor.   

      Augusto bir gün başı boş bir şekilde caddelerde dolaşırken kendisine “Beklerim, bir köpek geçsin hele! Köpek ne yana giderse ben de o tarafa giderim” diyor (24) ve karşısına hoş ve güzel bir kadın çıkıyor.  Kadını takip ediyor ve kapıcıdan güzel kadının nişanlı olduğunu, adının da Eugenia Domingo del Arco olduğunu öğreniyor. Eugenia, eniştesi ve halasıyla oturuyor ve piyano dersi vererek ihtiyaçlarını karşılıyor. Augusto,  hemen bu kadınla evleneceğini ve bir oğlu olacağını hayal ediyor.

           Eugenia’nın varlığı onun hayata ve kendi varoluşuna yeniden doğmasını sağlıyor. O güne kadar kendisini atılmış bir kimse olarak algılayan kahramanımız, yüreğindeki aşk sayesinde içindeki sisin dağılmasını bekliyor. Çeşitli ruhsal sorgulamalar içinde buluyor kendini. Onun sadık rehberi kadim dostu Göti’dir. O an anlıyor ki duyguların en yoğun olduğu an, mantığın en sisli olduğu andır. Kendisinin de herkes gibi bir ruhu olduğunu anlayan Augusto için “Ruh aşktan etleşmiş ıstıraptır. Eugenia’nin aşkı ruhunda aşka ve kadına bakışını farklılaştırıyor. Soyuttan somuta, somuttan cisime götüren bu aşk üçgeninde artık Eugenia’nın aşkı ona tek başına yetmiyor. Evine gelen çamaşırcı kız Orpheus’a, emektar hizmetçisi Ludivina’ya da duygusal hisler besliyor. Erkeklerin her birinin ayrı bir karakteri olduğunu ama kadınların hepsinde kolektif bir ruh olduğunu benimsiyor. Ve: kadınların duyuş, düşünüş ve isteyişlerinde gördüğümüz farklar; sadece bedeni farklardan, yani ırk, iklim, gıda vs. ayrılıklardan ileri gelir; bu yüzden çok önemsizdir bu farklar.  Kadınların hepsi bir ve aynı kadındır. 

        Yapıtta her kavramın birden fazla yan anlamı olduğu için Augusto’nun anarşistliği de duruma göre değişkenlik gösteriyor. Eugenia kendisini reddettiğinde mutluluğu başkalarını mesut etmekte buluyor; bu yüzden kızın evin üzerindeki ipoteği kaldırıyor ve işsiz nişanlısıyla rahat geçinmelerini sağlamak istiyor.

      Yazar okuyucuya hayatın tek mürşidi hayattır; hiçbir pedagoji ona erişemez. İnsan yaşamayı yaşayarak öğrenir ve herkesin, daima yeni baştan yaşamayı öğrenmeye başlaması gerekir,inanıcını ve umudunu vermeyi ihmal etmiyor.

       İnsan hayatında felsefenin, dolayısıyla da varoluşun önemine inanan yazar, hayatta en büyük başarının insanın kendisini keşfetmesi olduğunu savunuyor. İnsanı insan yapan yegâne şey ruhtur. O da ruha muhtaçtır. Vücudun ruhu değil, ateşli ruhun vücudu bile baştan başa ruh yapacağını savunuyor.  Ruh yalnız gözyaşı halinde tecelli eden bir ırmaktır. Ruh, duygu/ düşünce ve davranışlarımızın bütünüdür. Ruhumuzun diliyle konuşmakla kendimizi keşfetmeye başlıyoruz. Bu yüzden duyguların en yoğun olduğu an en sisli olduğu andır. Sis’i sık sık dağınıklık kafa/ duygu karışıklığıyla özdeşleştiriyor. “Sis” insanın kendisini arayışındaki yolculukta ona rehberlik eden önderidir. O zihin bulanıklığı kişinin varoluşsal sorgulamalar üzerinde düşünce üretmesine neden olacak ve arınan zihni ona yeni bir hayat bağışlayacaktır.    

         Sürekli karakter analizlerini öne çıkararak insanın içindeki iyiliğe ve kötülüğe değiniyor. İnsanların büyük çoğunluğu yalan söyleyerek kendilerine büyük payeler biçiyorlar. Dünyaya gelen her insanın, kendi hayatının hem aktörü hem seyircisi olduğuna, komedilerin en gülüncünün insanın tek başına oynadığı komedi olduğuna vurgu yapıyor.   Karakter avcısı yazar, her insanın bir mayası olduğunu, kiminin şirretlik, kiminin ise masumiyet olduğunu belirtiyor. En tehlikeli olan ise masumiyetin  altında yatan şirretliktir. Riyakâr masumluktan daha adi bir karakter yoktur. Bu yüzden Eugenia başlangıçta karakter ve ruh abidesi biri olarak karşımıza çıkar ama yapıtın sonunda yerlerde sürünen adi, riyakâr bir insana dönüşür. Ruh kirliliğini her iki kadının kişiliği üzerinde irdeliyor. Kadınlara fazla paye vermediği için, her iki kadını da onore etmiyor.

          Ruh kirliliği üzerinde de çarpıcı saptamaları var. Çocuk ruhlarının da en az büyükler kadar kirlendiğinin altını çiziyor. Büyükler de oyunlarda birbirini köşeye sıkıştırıp “sen artık sen değilsin” derler; çocuklar da aynısını söylüyorlar arkadaşlarına. Alt takımdaki insanların da bir özentinin kurbanı olduğunu sık sık belirtiyor; çünkü alt takımdaki insanlar emirlerinde çalıştıkları insanların mumyalarıdır. Kapitalizmin çarkının dönmesi için yoksulların fazla çocuk doğurduklarını, sokakta dilenen bir dilencinin ağzından söyletiyor.  

             Benim en çok dikkatimi çeken Unamuno’nun kadınlar hakkındaki sübjektif fikirleridir. Kadında derinleşmeyi savunan yazar, kadınların sözlerinin eri olmadıklarını savunuyor. Sözünün eri olmayı sadece erkeklere bağışlanmış bir lütuf olarak gördüğü için kadınların sözün ne olduğunu bilmediğini savunacak değin ileriye gidiyor. Bir insan ya bir ya iki kat yalnızlık çekiyor. Augusto hem ruhen hem de bedence yalnızlık çektiği için iki kat yalnızlık çekiyor.

            Eugenia’yı gerçekten sevmediğini anladıktan sonra   onu deney tavşanı olarak kullanmak istiyor. Eugenia’nın soytarısı olduğunu nişanlısı olarak o evden çıktığında anlıyor. Augusto, parçalanmış ruhunun asıl Orpheus aracılığıyla   bir bütünlük kazandığını o zaman fark ediyor. Augusto, Eugenia’nın eski nişanlısını işe aldıktan sonra Eugenia düğüne üç kala ona bir mektup bırakarak eski nişanlısıyla kaçıyor. Unamuno, her şeyi birbirinin karşıtlığıyla karıştırarak gerçeğe ulaşacağımıza inanıyor. Rüya halini uyanıklıkla, hayali realiteyle,  gerçeği sahteyle karıştırarak… Ne yaşarsak yaşayalım yaşadığımız yenilginin/ zaferin adı ne olursa olsun ruhumuzu altüst etmiyorsa bir değerinin olmayacağına inanıyor. İnsanın yıkımdan ya da mutluluktan ölmesini de komedi olarak görüyor; hatta bir insanın bunlardan dolayı intihar etmesini de. Tüm bu tür baskılayıcı duygu durum değişikliklerinin altınını çizmesinin asıl nedeni sanatın işlevini sorgulamasıdır. Sanatın asıl işlevi bizi varlığımızdan şüpheye düşürmesidir. 

         Terk edilen Augusto, yaratıcısı Unamuno’yu ziyaret ediyor. Yazar bir karakter olarak olay örgüsüne dâhil oluyor. Bu iki karakterin karşı karşıya gelmesi yaratıcı ve yaratan arasındaki ilişkinin sorgulanmasına sebep oluyor. Bu karşılaşma Augusto için tam bir yıkım oluyor. Tam benliğini kazanmış bir birey olarak kendisinde intihar edeceği gücü bulmuşken, bir anda ironik bir biçimde kurgunun içinde buluveriyor kendisini. Önceleri onu yaşatmakta kararlı olan Unamuno, yaratıcısı onu öldürmeden o yaratıcısını öldürmeye karar veriyor. Augusto ısrarla yaşamak istiyor. Yaratıcısına yalvarıyor. Aslında yaşamak istediğini söylerken fiziksel olarak değil, otantik olarak yaşamak istiyor.

   Augusto, ona yazarlarla kahramanların yaşamlarının birbirine bağlı olduğunu anımsatıyor. Yazar olay örgüsüne hem içerden hem de dışardan dâhil olarak çok büyük bir risk alıyor üzerine. Yaratıcı kavramıyla Tanrı kavramını da bir başka mercek altında irdeliyor. Dediğini yapıyor ve evine giden kahramanımız o gece ölüyor. Onun ölümü yaratıcısını da üzüyor ve onu yeniden diriltmek istiyor. Rüyasına giren Augusto, kurgunun da bir mantığı olduğunu bu yüzden kendisini bir daha diriltemeyeceğini söylüyor.

          Onun ölümün akabinde “Mezarbaşı Söylevi/Epiloga benzer bir şey” başlığında okuyucu bir başka ana tanıklık ediyor. Sadık köpeği Orpheus, sahibiyle aralarında geçen ilişkiyi insan denen nesne üzerinde irdeleyerek özetliyor. İnsanlar hayvanların en ikiyüzlüsüdür. Dil, insanı ikiyüzlü yapmıştır. Evcilleşmemiz itaat ettiğimizden değil,  gönül rızamızdan kaynakladığını söylüyor. Ve sahibinin ayakları altında ölüyor. 

         Sonuç olarak Unamuno, şüpheye düştüğü tüm kavramlar üzerinde düşünüyor. Yazar, gerçekliğin doğasına ilişkin tüm felsefi sorgulamaları bir aşk çerçevesinde sunarken, okuyucunun zihninde bilinçli olarak varoluş, yaratan ve yaratıcı ölüm/ ölümsüzlük arasındaki ilişkiyi tartışmaya açıyor.

   Miguel De Unamuno. Sis. Can Yayınları. Çeviri: Behçet Necatigil. s. 239.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: