Penceremin önündeydi çekyatım, zaman zaman pencereden dışarıyı izleyebilmek rahat olsun, dalıp gideyim güne karışayım diye. Sanırım en keyifli hobilerimden biriydi pencere kenarı seyri. Elbette bu seyir mahallede olup bitenleri görmek için değil daha çok mevsimsel durumlar, Kuş cıvıltıları, ağaç yapraklarının rüzgârla buluşması, bulutları seyreylemek gibi bir seyir. Bir tür anlaşılmaz doğa aşığı, doğa ışığından yoksun olmak istemiyordum diyeyim.

 Önceki evimde uzaktaki yaklaşmakta olan şehrin ışıklarını izlerken bir sıkıntı düşerdi içime çünkü tüm şehri görürdüm oradan. Yanan tüm ışıkları görünce sanki yaşayan tüm canlıları ve olayları gören bir şahit olurdum. Ulaşılabilirliğini görmek belki de her yere gözümü kapayıp bir şehri tümüyle hayal etme zenginliği yahut özgürlüğünü alıyordu elimden garip… Yani sonu çoktan beli bir film, bir kitap gibiydi şehrin görüntüsü. Yine de en güzeli, evimizin önünden göklere değecek gibi olan yüksekçe merdivenlerde elimizde kahvelerimiz ve sigaramızla çıkıp, oradan şehri izlemenin ve dertlerimizi patır patır dökmenin, içimizdekileri kusmanın daha huzur veren bir yanı yoktu. Gecenin kaçı olursa olsun havanın sıcaklık durumu ne olursa olsun daha pek çok hikâyenin anlatılması ve yaşanılması gereken mekânımız bir vedayı bile alamamıştı, çünkü her şey eskisinden daha gerçek ve acımasızdı.

  ‘İnsanların hiçbir şeyi tanımaya vakitleri yoktu. Her şeyi hazır çarşıdan alıyorlar. Ama dostluk satıcıları yok. Bu yüzden insanların dostu yok’ diyordu Saint Exupery. İşte öyle bir şey…

Zaman içinde Exupery’ ye daha çok hak vermeye başladım. Özelikle hiçbir şeyi tanımaya vaktimizin olmayışı konusunda. Toplum mühendisleri çağın ve teknolojinin getirilerinden oldukça zekice yararlanmış olmalı ki belki evimize, bedenimize çok uzak ama ürpertici bir şekilde ruhumuzun bir nefeslik alanında bizden daha çok bize yakın. Peki, tam olarak nerede ve nasıl başladı bu yok oluş serüveni? Yok oluş diyorum bu belki şu anki kuşağa biraz ayıp kaçıyor fakat manevi değerlerin yitirildiği ve yer yer de başkalaştığı gerçeği gün yüzü gibi ortada.  İster z kuşağı olsun ister y,x her ne kadar farklı değer yargılarına sahip bir kültür içinde harmanlansak da hepimizi ortak paydada birleştiren bir şey var. Doğadan kopuş. Bu kimimizin içinde hapsolmuş zengin bir özlem kimimizin içinde keşfedilmemiş varoluşsal özgürlüğe kavuşturacak bir zenginlik. Aslında söylemek istediklerim çevreci sloganik söylemlerden daha öte bir şey.

 Şimdi yeni evimin penceresinden sokağı izliyorum, olmayan çocuklarıyla oynanmayan oyunlarıyla… Karşımda adım atılmaz olmuş, yaşam alanı daraltılmaya çalışılan, küçük bir orman var. Küçük, ama bir şehrin, insanın özlem duyduğu yeşilin tüm renklerini barındırıyor. Onun üzerinde küçük bir tepe; sararmış otlarının düzlüğü içinde yalnız bir ağaç; hani o filmlerde gördüğümüz altında mutluluk ve hüzünleri doğuran, yaşatan, genişçe dalları olan… Gölgesi güneşe meydan okuyan ağaçlardan. Buraya gelen az sayıda kişi bu ağacın altında piknik yapalım derdi zaman zaman, ben de derdim, derdim diyorum çünkü şu anda, üzerinde minik düş oyunu yaptığımız ağaç görünümde değil. Bir, üç, beş, sayısı gün geçtikçe artan, bizi yaşam alanlarımızdan men eden binalardan biri tam da bu ağacın üstünü simsiyah bir örtü gibi kaplamış. Göğümüzü örter gibi, yağmurumuzu keser gibi, yeşilimize düşman gibi, düşlerimizi ezer gibi, kapatmış.  Bu bir inşa meselesi değil bu bir ağaç meselesi değil. Bu bir genişçe ve hızlıca daralan, körelen ufuk meselesi. Ve artık penceremin önünde değil yatağım hem çekyatta da değilim daha konforlu(!) hayatım. Perdemi de yalnızca yağmurlu günlerde açıyorum hele akşam vaktiyse dip dibe binaların kenarındaki sokak lambası arkadaşım. Yaşam, zaman ona verdiğimiz değerden daha hızlı ve başkaca işliyor, gözümü bir açtım                     ( aslında hep bakarken) bir gün dışardaki düzensiz taş yığınlarının insanın zihin, duygu dünyasına bir an olsun nefes aldıran o doğanın yansımasının önüne dikildiğini gördüm.  Binalar çoğalıyor, insanlar çoğalıyor şimdi kalabalıklaşıyoruz!  Cahit Sıtkı’nın da dediği gibi gittikçe artıyor yalnızlığımız…

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: