Zaman bakmak ve görmek arasında hızla akıp geçiyor Ve bu delicesine akan zaman bizlerin başını döndürüyor. Böylece birçok şeyi ıskalıyoruz yaşarken. Ve her nasılsa bu ıskaladıklarımız biz insanlara – belki de en çok- değer katan şey olarak çıkıyor karşımıza; Hakikat.

Bakmak ve görmek dedim ya, işte tam burada hayat bana şunu öğretti, herkesin baktığı gibi bakarsanız hakikati göremezsiniz. Yani bakmak, doğrudan görmek değildir. Basitçe bir çıkarım yapayım size, mesela herkes hakikati görseydi dünya bu kadar gaflet içinde olur muydu?

Aslına bakarsak hakikat azınlıktır. Hakikat bazen gür bir sesle seslenir bize ama biz duymayız. Bazen mükemmel ışık oyunları ile gelip geçer önümüzden görmeyiz. Ama öyle bir zaman olur ki kıyıda köşede boynu bükük bir halde iken görürüz hakikati. Yani biraz da hor gördüklerimizdedir hakikat. Ne garip değil mi?

Hatta bu noktada gelin size bir hikâye anlatayım.

Rivayet o dur ki; Hz. Musa, Tur Dağında kendi ile kuvvetli bir ışık olarak konuşan meleği (bazı kaynaklar Hz. Musa’nın Allah C.C ile konuştuğunu söyler) görmek için çok yalvarır ve yakarır. Melek en sonunda bu yalvarmadan yakarıştan haberdar olur ve kabul eder. “Şu zamanda, şurada buluşalım” der. Gün geçer, vakit gelir ve Hz. Musa oraya gider. Hz. Musa’nın yanına sadece çok zayıf ve susamış bir köpek gelir. Ondan başka gelen giden yoktur. Melek gelmemiştir. Hz. Musa Tur Dağına çıktığında sorar “Ben geldim, sen yoktun ?”  Melek bu soruya şöyle karşılık verir. “Senin yanına çok susamış bir köpek olarak geldim ancak sen benimle ilgilenmedin…”

Bu hikâye bize o kadar çok şey anlatıyor ki. Birçok hakikat aslında bu gibi hikâyelerin içerisinde saklı. Ancak benim oldukça ilgimi çeken bir kısım var ki sizin de dikkatinizi çekmek isterim. Kudret sahibi bir varlık, nasıl bir tevazu ile kendini susamış zavallı bir köpek olarak anlatıyor? Bu bayağılık yerine muazzam bir varlık olarak gözükebilirdi Hz. Musa’ya. İstediği her şekilde üstelik.  Ancak kendini çelimsiz ve zayıf bir köpek olarak göstermeyi tercih etti. Şimdi bu tevazünün ışığında zengin, makam sahibi, nüfuzlu insanlara bakıp bir düşünelim. O insanlar bazen karşımıza oldukça kibirli olarak çıkabiliyor ancak kudreti insanüstü olan bir melek, kendini bir hayvan olarak göstermeyi tercih edebiliyor. İşte tam olarak anlatmak istediğim de bu noktada başlıyor.

Hakikatin yüzü peçelidir dostlar. Çoğu zaman bize boynu bükük olarak yanaşır. Sadece özel insanlara da değil. Hepimize dokunur. Ancak öyle bir dokunur ki, biz onu ya hor görür ya da yüzüne bile bakmayız. Çünkü bize kendi tabularımızdan yaklaşır. Hakikat bizimle konuşmaya çalışır. Biz ise dinlemeyi bile tercih etmeyiz.  Aslında ilk temas dinlemek ile başlar. İhtiyacı olan bir insanın elini tutarak ona dokunabiliriz. Toplum için faydalı işler başararak onunla karşılaşırız. Onunla karşılaştıktan sonra ise farkında bile olmadan iyileşmeye başlarız. Ruhumuz arınır. Kaygılarımız azalır. Kendimizi daha ferah hissederiz. Ama sadece hakikat bizi filozof yapmaz. Filozoflar sadece hakikatin dedikodusunu yapar. O sadece yaşanır. Kendi içindeki kavgasını bitiren ve dinginliğe ulaşan kişi, hakikati tanımıştır.

            Bakmayın! Görün, hakikat aslında bizim hep çevremizdedir. Onu çok uzaklarda aramamıza gerek yok.  Asıl sorun, hakikatin nerede olduğu değil, onu görecek gözümüzün olup olmadığıdır. Bu anlamda hakikati aramaktan öte, bakış açımızı değiştirmeliyiz. Eğer bize yardım isteyen bir el uzanmışsa ve biz onu ters teptiysek, hakikati aramak için yüzlerce felsefe kitabı okumanız oldukça gülünçtür. O kitaplar yalnızca hakikatin dedikodusunu yapar.

Velhasıl değerli okuyucu, hakikat hayatın içindedir, hatta hayatın ta kendisidir. Karşılaştığımız zorluklar ve onlara verdiğimiz tepkilerdir. Ancak hakikat oldukça nazlıdır. Herkese öyle yüzünü göstermez. O sebepten hakiki olanın peşindeyseniz sadece bakmayın, görün.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: