Sıradan bir pazar… Bir pazar ne kadar sıradan ve sıkıcı olursa o kadar… Her zamanki alışkanlığınla arkadaşınla buluşup daima gittiğiniz, sigara dumanının hiç eksik olmadığı o çay ocağında çayınıza muhabbetinizi katık ettiğiniz bir pazar… Çay ocağı sahibinin size, sizin de ona aşina olduğunuz, oturduğunuz yeri bile değiştirmediğiniz pazarlardan…

Çayın ve sohbetin dibini görünce üzerinize sinen sigara kokusunu da alıp ılık sonbahar güneşinin altına attınız kendinizi. Güneşin narin ışıklarının üzerinizdeki dansını seyrettiniz bir süre. Sigara içmediğiniz hâlde neden böyle bir yere gittiğinizin izahatını da yine alışkanlığa bağlayarak yürümeye başladınız. Attığınız adımlarınıza uydurduğunuz anılarınızdan dem vurarak köşedeki durağa kadar salına salına geldiniz. Haftaya kavilleşip el sıkıştıktan sonra arkadaşını pazar tenhalığını yaşayan durağın insafına bıraktın. Sen de köşedeki caminin şadırvanına doğru yola koyuldun. İkindi yakındı. Namazı eda edip öyle giderim, diye düşündün. Şadırvanda sakalı göğsüne inmiş piri fani amcaya selam verip incecikten akan suyun sesine bıraktın kendini.

Cami çıkışı musalladaki tabutu görünce sevaptır diyerek namaza da kalmaya karar verdin. Kimsecikler yoktu tabutun yanında. Camidedirler nasıl olsa, diyerek biraz yaklaşıp cemaati beklemeye koyuldun. Biraz sonra imam, şadırvandaki amca ve bir elin parmakları geçmeyen cemaat çıkageldi. Başın sağ olsun, dedikten sonra namazı edaya hazırlandılar. Hocam cenaze sahibi ben değilim. Allah rızası için katılan bir cemaatim, dedin. Bütün hazırûn şaşırdı seninle birlikte. Senden başka kimsenin tabutun başında olmaması, senin de cenazeyi sahiplenmemen tuhaftı kuşkusuz ancak ortada da bir gerçek vardı. Sen de onlar gibi bir cemaattin. Onlardan erken gelmiş olmam dışında bir ayrım yoktu aranızda. Sakallı amca sana duyurmak istermiş gibi bir la havle çekip kuşkuyla baktı sana yahut sen öyle algıladın. Biraz beklediniz gelirler diye, fakat kimse ortalarda görünmeyince cenaze sahiplerini aramaya koyuldunuz hâliyle. İmam efendi camide kimse kalmadı deyince tuvaletlere, caminin çevresine de baktınız lakin cenazeyi sahiplenecek bir Allah’ın kulu yoktu. Sahipsiz cenazeyle cami avlusunda kalakaldınız. Bırakıp gitmek de olmazdı bu saatten sonra. Zaten vicdanınız da el vermezdi. Sorup soruşturdunuz. Ne gören vardı ne de haberi olan. Sadece tabutun üstünde küçük bir kâğıda yazılıp iliştirilmiş bir isim vardı o kadar. İmam efendi sorumluluğun yarısını üzerine alarak, cenazeyi senin bulmuş olmandan olacak ki, kalan yarısını da senin üzerine yükledi. Namazı kılıp mevtayı defnetmek icap eder, dedi sana bakarak. Er kişi niyetine kıldınız namazı. “Nasıl bilirdiniz?” diye soran olmadı. İmam, sakallı amca ve bir avuç cemaatle mezarlığa doğru yollandınız. İmam efendi gidene kadar dualar okuyup tövbe dilendi. Mezarlığın kimsesizler kısmına girip hazır mezarlardan birine defnettiniz mevtayı. Defin işi bitince mezar tahtasına, tabuta yazan ismi cebinden eksik etmediğin kaleminle kazıdın insanlık namına. Bir şişede su getirip döktün âdettendir diye. Cenaze sahibinin yaptığı işleri yaptığından olacak definden sonra başta imam ve diğer cemaat baş sağlığı verip sabırlar dilediler sana. Hiçbir şey demeden kabul ettin taziyelerini. Başın sağ olsundu. Daha en başından seni cenaze sahibi olarak gördüklerinden sen de sahiplendin cenazeyi. Yakının ölmüş gibi üzüldün. Herkes gittikten sonra başucuna oturup dualar ettim. Tanımadığın, görmediğin, nasıl biri olduğunu bile bilmediğin mevta için şefaat istedin.

Ne halde olduğunun ayrımına varamadan evin yolunu tuttun biraz sonra. Üzülmeli mi şaşırmalı mı yoksa endişelenmeli miydin bilmeden bir meczup gibi yürüdün durağa kadar. Dalmıştın, önünde duran belediye otobüsünün homurtusuyla kendine geldin. Otobüstekilerin de cenazeyi senin sanıp taziye verecekleri vehmine kapıldın. Şoförün yüzüne korkuyla bakarak uzattın kartını. Kalabalığın arasına karışıp kayboldun. Vücudu ortada olduğu hâlde saklandığını sanan çocuklar gibi hissettin kendini, kimseye bakamadın.

Evin merdivenlerini üzerindeki ölü toprağının altında ezilerek çıkıp bir taziye evine girermiş gibi vakur bir edayla girdin kendi evine. Yalnız yaşadığın bu evin ölü sessizliğine şaşırdın nedense. Pencere kenarındaki koltuğuna kurulup ölen adamı düşündün uzun uzun. İnsan ölürken bile yalnız olmamalı, dedin kendi yalnızlığımdan utanarak. Kimsesizlerin bile cenazesini belediye sahiplenip kaldırırken bugünkü sahipsiz cenazeye içerledin. Aklını allak bullak eden düşüncelerle meşgulken gözün saatin altındaki takvime ilişti. Yerinden kalkıp pazar gününü gösteren yaprağı büyük bir özenle yırttın. Bugün pazar, dedin. Her zamanki gibi sıradan ve sıkıcı bir pazar… Bir pazar ne kadar sıkıcı ve sıradan olursa işte öyle bir pazar… Sıkıcı, sıradan pazarlarına bir de mezarlık ziyareti ekledin.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: