İnsan kırda mantar, ormanda kestane, yolda demir para, çakmak veya tespih bulabilir. Haydi, çıtayı biraz daha yükselteyim, güzel bir kol saati, cep telefonu veya kaldırıma terk edilmiş bir bebek bulabilirsiniz. Ama insan bir araba bulamaz. Bu tür bir hikâye neresinden bakacak olursanız olun insan aklıyla dalga geçmekten başka bir şey değildir.

 

Her gün birkaç kasa domates topluyordum. Sabahın ilk ışıklarında patpata atlayıp tarlanın yolunu tutuyordum. Öğleye kalmadan, sıcak tepeme çökmeden dönüyordum. Domatesleri Aslan’a teslim edip doğru eve… Aslan kim mi? Asker arkadaşım, sağdıcım, komşum…

 

Domateslerin kaça gideceği hiç belli olmaz. Bir gün üçe gider, ertesi gün bir buçuğa. İstanbul’dan gelecek habere bağlı. Sadece domatesi değil biberi, patlıcanı, kabağı, lahanayı, karnabaharı, ıspanağımı da ona veririm. Arkadaşımın başına da para için inzibat gibi dikilmem. İki yada üç haftada bir arar. “Gel paranı al” der. Hakkım neyse avucuma sayar. Temiz delikanlıdır onda hile olmaz.

 

Araba hikâyesini sizden başka hiç kimseye anlatmadım. Çocuk oyuncağı değil tabi. Adın hırsıza çıkar, adamı kodese tıkarlar. Yine domatese gitmiştim. Sabahın köründe. Gün doğusu azıcık ağarmış gibiydi. Ama ilk ışıklar daha ufukta parlak çizgiler çizmeye bile başlamamıştı. Alacakaranlıkta bir şey parlıyordu. Yaldızlı, kocaman bir şey… Nasıl olmuşsa asfalttan çıkmış bir otomobil. Ardıçları sıyırıp geçmiş. Tarlaya kadar inmiş. Domateslerin ilk sırasını da çiğneyip kalmış. Yoldan en az yirmi metre aşağıya nasıl inmiş acaba? Kesin kaza yapmış biri, dedim. Telaşla arabanın yanına koştum. Yaralı falan varsa. Yardım etmeli. İnsanlık ölmedi ya.

 

Arabanın içinde hiç kimse yok. Etrafını dolaştım. İçinde her kim varsa belki kendini tarlaya atmıştır. Ardıçların dibinde yatıyordur belki.  Ardıçların arasında, tarlanın içinde dolandım. Yok, yok yok. Ne ayak izi, ne de insan. Araba da bir acayip,  çizik yok, vuruk yok… İçine baktım. Koltuklar pırıl pırıl. Oysa kaza yapmış olsa bu arabada kan izin olur.  Toz, toprak, çamur, camına takılmış ağaç dalları veya yapraklar… Koruluktan aşağıya inen izleri görmesem bu araba buraya gökten düşmüş diyeceğim. Helikopterle getirip buraya bırakmışlar.  Yoldan tarlaya inmiş, yumuşak toprağa girince saplanıp kalıvermiş. Hesaplasan, planlasan bir ağaca çarpmadan, taşa vurmadan, hendeğe dalmadan bir arabayı bu şekilde bu tarlaya kadar getiremezsin. Güzel araba, metallik gümüş dediklerinden. Pahalıdır kesin. Markasına baktım. Vosfogenmiş.

 

Bir gün, bilemedin iki gün geçince arabayı jandarmaya haber vermeliydim. Jandarmalık nesi var ki? Araba tarlayı yemiyor ya. Domatesleri de ezmiyor. Bırak dursun bakalım. Belki sahibinin bir işi çıkmıştır. Her an çıkıp gelebilir. Belki yarın sabah tarlaya geldiğimde arabanın yerinde yeller estiğini göreceğim.

 

Ama benim tahmin ettiğim gibi olmadı bir, iki, üç, dört derken bir hafta geçti. Ne gelen var ne giden. Araba kızgın güneşin altında kavruluyordu. Evden getirdiğim eski brandalar ve çullarla ön ve arka camını kapattım. İlk kez o gün kapılarını yokladım. Kilitliydi. Bagajında ceset falan olmasın sakın. Bence yoktur. Kaç gündür araba güneşin altında. Olsa şimdiye kadar çoktan kokardı. Anahtar yuvasını, fitillerin etrafını, eğilip bagajın tabanını kokladım. Ölmüş bir şey kokusu gelmiyordu.

 

İnsan her gün tarlasına ön tekerleklerini sokup öylece duran bir arabayla karşılaşmaz. İster istemez insanın hayal gücünü körüklüyor. Düşündükleriniz birbirinin peşi sıra koşup zıvanadan çıkıyor. Belki de koltuklarına uyuşturucu gizlenmiştir. Birileri gelip alacaktır. Ama bir aksilik olmuştur. Gecikmişlerdir. Bu araba birisi için bırakılmıştır. Ama o kişi gelip almamıştır. Bu araba bir suça da karışmış olabilir. Cinayet için kullanılmıştır. Sonra da delilleri gizlemek için buraya bırakılmıştır. Çünkü zaman geçince parmak izleri silinir, deliller yavaş yavaş kaybolur. Çalınmış da olabilir. Hırsızlar işleri bitince burada terkedip gitmişlerdir. Özellikle de yoldan uzaklaştırmışlardır. Bulanmasın istemişlerdir. Araba taşıyan bir tırdan da düşmüş olabilir. Ama bu çok olası değil. Çünkü bizim buradan o kamyonlar geçmez. Hem de onlara yüklenen arabaların frenleri çekilidir. Takozlarla, kayışlarla sımsıkı sabitlenirler. Sakın sosyal bir deney amacıyla buraya bırakılmış olmasın. Bir yerlerinde gizli kameralar vardır. Farlarında, aynasında, aklıma bile gelmeyecek başka yerlerde… İnsanlar terkedilmiş bir arabayla karşılaşınca ne yapıyor? Belki bunu araştırmak istemişlerdir.  Çok saçma bir düşünce ama garanti testi için de bırakılmış olabilir. Bir otomobil kendi haline terkedildiğinde iklim koşullarına ne kadar dayanabiliyor? Kaç günde lastikleri iniyor?  Ne kadar zamanda boyası atıyor ve küflenmeye başlıyor?

 

Belki de arabanın tarlaya geldiğinin onuncu günüydü. İçime bir şeytan girdi. Bu araba keşke benim olsa, dedim. Kendimi ön koltukta hayal ettim. İçimi bir heyecan, bir heves kapladı. Kestiğim ardıç dallarıyla arabayı tamamen örttüm. Gözlerden biraz uzak kalsın. Bir süre daha bekleyecektim. Sahibi gelmezse, arayan soran olmazsa benim olurdu. Böyle bir otomobil sahibi olmak benim hayallerimin bile ötesindeydi. Tonlarca domates satsam yine satın alamazdım. Nereden bakarsan bak böyle bir araba yetmiş binden bile fazla ederdi. Bazı ülkelerde kayıp eşyalar bulanın oluyordu. Belki bizde de böyle bir yasal düzenleme vardır. Gidip bir avukata danışmalı. Ama ben gidemem ki. Çünkü avukat şüphelenir. Sen ne buldun diye sorabilir. Elim ayağıma dolaşıverir. Her şey açığa çıkar. Araba hevesi beni nasıl değiştirdi? Ben böyle biri değildim. Nasıl da başkasının malına hevesleniverdim? Belki de yarın sahibi çıkıp gelir. Arabasını alıp gider. Ardından bakakalırım. Öküzün trene baktığı gibi. Boşuna hayal kurmamak gerek. Aklım gidip geliyor. Sahibi gelse üzülürüm. Gelsin de istiyorum. Gelmesin de…

 

O günün akşamında eşime ilk kez arabayı anlattım. Kuşkulu gözlerle bana baktı. Söylemedi ama bakışlarından anlattıklarımı inandırıcı bulmadığı apaçık belli oluyordu. Bir şey demesine gerek yok. Sonuçta yirmi senelik karım. Aklından geçenleri söylese “Bu işte bir çapanoğlu var. Yalan söylüyorsun,” diyecekti. Sahibi gelecek adım gibi eminim. Onu bekliyorum, dedim. Jandarmaya gitsem kırk türlü iş çıkarırlar. Hükümet kapısından korkarım ben. O gece yatmadan önce bütün içtenliğimle  “keşke bu araba benim olsa,” dedim. Düşlerimi anlattım. Biraz para biriktirip yola çıkardık. Onu alıp hiç gitmediğimiz yerlere giderdik.  Görmediğimiz, bilmediğimiz insanlar, yerler, yemekler tanırdık. “Delisin” dedi. “Neredeyse kocayıp gideceğiz. Sen hala çocukça hayaller peşindesin.”

 

Çok değil o akşamdan beş gün sonra bir fırtına çıktı. Bizim arabanın üzerinde ne varsa kaldırıp atmış ardından da deli bir yağmur. Yıkamış paklamış. Sabah tarlaya vardım. Gıcır gıcır tarlanın kıyısında öyle durup dururken buldum. Fırtınadan sonra herkes tarlalarına koşmuş. Mal canın yongası. Bazı tarlalarda su birikmiş. Ben domateslerin derdinde değildim zaten. Arabayı merak etmiştim. Yeniden üzerini örtmeye fırsat bulamadan. Komşum Üzeyir çıkageldi.

 

“Ooo komşu hayırlı olsun. Araba almışsın. Haberimiz bile yok. Buna kan bulaştırmak lazım. Islatmak lazım… Lokma da döktürürüz.”

“Kurşun da döktürelim mi ?”

“Döktürelim komşum, göz vardır.”

Böyle uzayıp giden boşuna kurulmuş cümleler savurduk aramızda biraz.  Üzeyir kendi işine gücüne gitti. İşte o gün bütün kararsızlık ve ikilemler uçup gitti. Kasabada herkese bu arabayı anlatmanın mümkünü yoktu. Anlayacaklarına da inancım. Arkadaşım Aslan’a gittim. Olan biteni, aklımdakini, hayalimdekini saydım döktüm.  “Kimseye bir şey söyleme” dedi. Bırak tarlanın kıyısında beklesin. Belki gelen giden, arayan olurmuş.  Bana deliymişim gibi baktı. Aklından başka şeyler de geçti. Yutkundu, içinde bıraktı, bana söylemeye kıyamadı.

 

İnsan yolda yürürken yarısı içilmiş sigara paketi bulabilir. Demir para hatta cüzdan bile bulabilir. Deniz kıyısında istiridye kabuğu, ormanda kekik, derede cam parlaklığında küçük bir çakıl da bulabilir. Sosyal medyada çocukluk arkadaşını bulabilir. Bulma işini çok ama çok abartırsak tarlasında çift sürererken bir küp altın bulabilir. Ama hiç kimse araba bulamaz. Böyle bir hikâye ancak insan aklıyla alay etmek olur. Hiç kimseyi inandıramazsınız.

 

İnsanlar inanmasa bile hikâye yine de kendini anlatmanın bir yolunu bulur. Başımdan geçenleri ben anlatmasam bile bir başkası anlatacaktır. Bana burun kıvırdığınız gibi ona da burun kıvıracaksınız. Önemli değil.  Dinleyiciye küsmek aklımın ucundan bile geçmez. En iyisi arabanın başına gelenlere geri döneyim.

 

Arabayı ne arayan, ne de soran oldu.  Arkadaşım Aslan çaresiz benim için bir sürü belayı göze aldı. Birlikte ilçeden bir oto anahtarcı bulduk. Adam işinin ehliydi. Hiç zorlanmadı. Kapının tavanla birleştiği yere deri cüzdan gibi bir şey soktu. Sonra içine hava bastı. Cüzdan şişti ve kapıyı araladı. Sonra içeriye bir tel soktu. Kapının içerdeki kolunu yukarıya çekince şıp diye açıldı. Modeline, markasına baktı.  Biri yedek iki anahtar yaptı. Arabayı tarladan bizim kapının önüne getirip çektik. Artık kullanılmayan hurdaya çıkarılmış başka bir otomobile ait plakanın aynısını yaptırıp bizimkine taktık. Sahte ruhsat işini düşündük ama girmedim. Kasabalı nedense benim yeni bir araba aldığım yalanına çabucak inanıverdi. Kazasız belasız binelim diye kan akıttık. Gariban, yoksul bildiklerimize etini dağıttık.

 

Hayaller her zaman gerçeğinden daha güzeldir. Arabam oldu ama düşlediklerimin hiç biri gerçek olmadı. Önce karım resti çekti. Ben bu arabaya binip ilçeye falan gitmem, dedi. Geceleyin gideriz, dedim. Tarla yollarından gideriz, asfalta çıkmayız, dedim… İkna olmadı. Kızdım, darıldım, küstüm ama hiçbir şey değişmedi. O canım araba zamanın çoğunu bizim kapının önünde yatarak geçirmek zorunda kaldı. Arada bir alıp çarşıya götürdüm. Akşamları kasabanın etrafında dolaşmaya çıkardım.  Düşler ne kadar çabuk eskiyor. Hevesler nasıl da sönüveriyor. Arabayı kapının önüne çektiğim ilk geceyi anımsıyorum. Heyecandan  uyuyamamıştım. Bölük pörçük uykumun arasında kalkıp belki on kere yerinde duruyor mu diye bakmıştım. Oysa şimdi varlığı ile yokluğu belli bile değil. Önceleri durduğu yerde azıcık toz olsa yıkayıp pırıl pırıl parlatırdım. Ama şimdi patpat yerine ona binip tarlaya gidiyorum. Bagajına hatta arka koltuğuna domates kasaları koyuyorum. Aşkımız büyük bir heyecanla başladı ama çabucak da sönüverdi.

 

Her hikâyenin bir sonu vardır. Kimi zaman bildik, kimi zaman şaşırtıcı. Bizimki çok tanıdık olandan. O gece deli gibi bir yağmur yağıyordu. Akşama doğru başlamış ama gece yarısına kadar hiç kesilmemişti. Sokak lambaları ışıkları yere sicim sicim dökülürken kapı yerinden sökülecek gibi çaldı. Komşum Demir’miş. Kucağında evin en küçüğü, kıvır kıvır sarı saçlı kızı. Ateşler içinde yanıyor. “Eline ayağını öpeyim, Ferit Abi. Hemen doktora gitmek lazım.” Gel de şimdi gak gut de. Araba bozuk, tekeri patlak falan. Azıcık insansan bu isteğe boyun bükmekten başka elden ne gelir? Anahtarı aldım, uzaktan kumandayla kapıyı açtım. Atlayın hemen, ıslanıp durmayın, dedim. İlçenin yoluna düştük.  Dosdoğru acilin kapısına. Demir kucağında çocukla indi. Ben de arabayı acilin kapısından azıcık çekeyim dedim. Girişi kapatmasın. Küt diye bir ses geldi. Camlar ıslaktı göremedim.  Çok değil, incecik bir çizik. İlla tutanak tutacakmışız. Kasko, sigorta falan… Bende ruhsat bile yok. Yolu kapatmayalım ambulans gelir dedim. Arabayı çekmek için direksiyona oturdum. O da şaşkınlıkta anlayamadı. Dur falan demedi. Gaza bastım oradan uzaklaştım.

 

O gece başım belaya girmeden bu arabadan kurtulmam gerektiğine karar verdim. Gidip ormana bıraksam, dereye atsam, bir ağaca toslayıp bıraksam mutlaka polis işe karışacaktır. Şehrin yolunu tuttum. Yolda çevirmeye falan denk gelmeyeyim diye dua ediyorum. Yağmur aralıksız yağarken genelde polisler çevirme yapmazlar. Kimseyle karşılaşmadan şehre vardım. Arabayı götürüp gecekondu semtinin arka sokaklarının birine bıraktım. Sadece plakalarını söktüm. Kapılarını kilitledim. Rastladığım ilk çöp bidonuna attım. Tenha sokakları geçip bir taksiye atladım. Taksiye bindiğimde sucuk gibi ıslanmıştım. Şoför biraz huylandı ama sorularla beni sıkboğaz etmedi. Gecenin geç saatlerinde ilçeye giden araba olmadığı için sabaha kadar terminalde bekledim. Ertesi gün öğlene yakın eve döndüm. Gerçeği bir tek eşime söyledim. Kasabalılara da arabayı sattım, dedim. Arabaya ne mi oldu? Ben de bilmiyorum.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: