Nazlı dün gelen yeni fırça takımının kutusunu yavaşça açarken birazdan neyi resmedeceği de kafasında şekilleniyordu. Karton paketi sanki ipek bir mendilmiş ve buruşmasından endişeleniyormuş gibi nazikçe açtı ve koltuğun kenarına koydu. Maun rengi ahşap kutunun zincirine dokununca demirin soğukluğu içini üşüttü, bir anlığına elini geri çekti. Kutunun üstündeki işlemelere parmağının ucuyla sanki kedisinin sırtını okşuyormuşçasına incitmeden dokundu.

 “Bu zamanda böylesi bir işçilik kaldı mı?” Sorduğu sorunun cevabını yine kendisi verdi.

“Hem böylesi bir özen kalsa bile onu anlayacak kim var” sesi öfkeli ve yüksek çıkmıştı. Boş odanın duvarlarında yankılandı. Kutuyu açmaktan vazgeçerek koltuğun üstüne bıraktı ve huzursuzca kıpırdandı. Duvara dayalı satılmak için bekleyen ama bir türlü alıcı bulamadığı resimlerine baktı göz ucuyla. Ona bir türlü ödeyemediği borçlarını hatırlattı bu görüntü, dün elektrikler kesilmişti. Ay sonu yaklaşmaktaydı bu ayda kirayı ödeyecek parayı denkleştirememişti. Ev sahibinin ısrarlı aramalarına cevap vermiyor, eğer karşılaşırsa da birkaç galeriyle görüştüğünü ve haber beklediğini söylüyordu. Gerçekte ise kimse onun resimleriyle ilgilenmiyordu. Telefonu eline alarak çalıştığı bankanın internet şubesine girdi bir umutla, belki annesi halinden anlar ve ona yardım etmeye karar verirdi ama hesap bomboştu. Zaten biliyordu annesi onu defalarca bu günler için uyarmıştı. “Böyle giderse aç kalırsın, sefil olursun, sokakta kalırsın” tek göz odasında üstünde oturduğu koltuktan başka eşya yoktu. Odanın ışık alan diğer kısmında ise resim yapıyordu. Kitapları ise odanın bir ucunda duvarım kenarında üst üste yığılıydı. Annesinin sefalet olarak gördü hayatı işte bu kadardı. Tüm dünyası bu kadardı görünürde ama onun yaşadığı, hissettiği ise bambaşkaydı, sınırlar yoktu orada.

Geçen ay elinde kalan son parasıyla da işte bu fırça takımını almıştı. Ama değer diye söylendi. Onunla yapacağı resimle düşündükçe şimdiden heyecanlanıyordu. Ahşap kutuyu tekrar eline aldı ve kapağını açtı. Lacivert kadifenin üstünde derin bir uykudaydı fırçalar, gövdesinden başlayarak ucuna kadar dokundu, kıllarında ellerini gezdirdi. Tam istediği gibiydi. Yerinden kalktı ve dün hazırladığı boş tuvaline doğru ilerledi. Gözlerini bir saniyeliğine kapatarak kendini bambaşka bir dünyada hayal etti. Ödenecek borçlar yok, ısrarla arayan ev sahibi yok, kesilen elektrik yok, para derdi yok, açlık yok, sefalet yok, sadece boyalar var, tuvali var. Baştan çıkaran mor rengi ve dayanılmaz kokusuyla lavantalar geldi gözüne. Lavanta tarlasının içinde yürüyordu. Yeşil saplarından gelişigüzel uzayan çiçeklere dokunuyordu. Parmaklarının ucunu kokladı. Uzakta ise bir ev görüyordu tek katlı, kırmızı kiremitli çatısı, taş bir ev. Bahçesinde ise bir kadın yıkadığı bembeyaz çamaşırları asıyor. Rüzgâr çarşafları havalandırmış, kadın uzun eteğini zapt etmekte güçlük çekiyor. Gökyüzünün bir kısmı mavi ama çok uzaklardan yaklaşan kara bulutlar ise yaklaşan fırtınanın habercisi. Tüm kalbini, ruhunu, aşkını, acısını, iliğini, kemiğini kuruturcasına tuvale yansıtıyordu. Onda ne varsa hepsini veriyor resim bittiğinde ise kendini, kim olduğunu unutuyordu. Gittiği o dünyadan geri dönmek insanların gerçek diye adlandırdığı ona göre ise sahteliklerle dolu bu dünyaya uyum sağlamakta zorlanıyordu.

Derin bir nefes aldı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı hep olduğu gibi. Bugünlük çalışma kotasını doldurmuştu. Resmin kabaca iskeletini çizmiş, evin yerini belirlemiş, rüzgârın hızını, yaklaşan bulutları, havalanan çarşafları yerlerine oturtmuştu.

 Van Gogh’un kulağını kestikten sonra yaptığı oto portresine baktı ve konuştu.  “Ne dersin Vincet güzel olacak mı bitince. Senin ay çiçeklerin varsa benim de lavantalarım var” diyerek gülümsedi. Ayaklarının dibinde yavaşça mırıldayan kedisi tırmığı kucaklayarak mutfağa doğru yürüdü. Kahve makinasını çalıştırdı. Elektriklerin kesildiğini unutmuştu. Makina bir türlü çalışmayınca söylenerek ocağa ısınması için su koydu. Musluğun kenarındaki birikmiş bulaşıklar takıldı gözüne. “Sular da kesilmeden yıkasam iyi olacak. Ama önce şu lavanta tarlasını bitirmem lazım. Bunlar bekleyebilir bir süre daha”

Tırmığın mamasını koydu. Kendine dünden kalan makarnayı ısıttı. Kaynayan suyla kendine çay yaptı. Kahve istiyordu canı aslında. Camın kenarındaki masaya geçerek oturdu ve sessizce yemeğe başladı. Bir elinde telefon amaçsızca sosyal medyada gezinirken şehirde yeni açılan Van Gogh sergisine gidenlerin paylaştıkları fotoğrafları gördü. Favori ressamın gençlik dönemine ait bir oto portresi de mutfak masasının karşısında asılıydı.

“Bugünlerde çok popülermişsin Vincet. Herkes seni konuşuyor.” Çayı koyduğu üstünde yıldızlı gece resmine baktı. Yıllar önce gittiği müzedeki satış mağazasından almıştı duvardaki oto portrelerle birlikte.

“Bunca zorluğa nasıl katlandın. Nasıl devam ettin?” Diye sordu çayından bir yudum alarak. Makarna bayattı, canı kahve istiyordu, ev soğuktu, yüzünü buruşturdu.

“Hiç konuşmayacaksın di mi sadece gözlerini öylece dikip bakacaksın” Cevap gelmeyeceğini biliyordu ama yine de onu anladığını düşündüğü yek kişiye soruyordu cevapların kendinde olduğunu bilerek. Cevap ise bu sefer elinde tuttuğu telefondan geldi. Sergiden ressamın şu sözü paylaşılmıştı. Ne anlama geldiğini hiç düşünmeden, hissetmeden çekmişti biri muhtemelen sırf orda olduğunu göstermek için.

“The only time i fell alive is when i’m painting” tekrar tekrar okudu bu sözü. “Sadece resim yaparken yaşadığımı hissediyorum” iliklerine kadar hissediyordu bunu ama nasıl? Durdu, telefonu elinden bıraktı, camdan uzaklara baktı sanki gözünün önünde lavanta tarlası uzanıyormuş gibi çiçeklerin kokusunu içine çekti.

“Yaşamak nedir?” diye sordu.

“Yaşamak devam etmektir” dedi bir ses. Vincet’e baktı sanki ona göz kırpmıştı. Oysa   tüm ciddiyetiyle oradaydı işte. Tüm kalbini, ruhunu resme verip aklını kaybeden bu adam yoluna ışık olmaya devam ediyordu. Yerinden kalktı ve tuvalin başına geri döndü. Fırça darbeleriyle uzaktan yaklaşan fırtınanın kalbine daldı.

 

Abonelik
Bildir
guest
1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Gulten Marsh

Yine Super bir yazi olmus Zeynepcim! Bayildim 🥰. Tebrik ediyorum!

%d blogcu bunu beğendi: