Paul Demeny’ye mektubunda Rimbaud, ‘’Eğer bakır gözünü açtığında kendini borazan olarak görürse, bunda onun hiçbir kabahati yoktur’’ der; hocasına ise, ‘’Günün birinde keman oluveren oduna ne yazık…’’ Ne yazık şuursuzca kalem oynatanlara ve onlara bu fırsatı verenlere! Yine Rimbaud, ‘’memur’’ der böylelerine, hatta ‘’yazıcı’’. Ben ise daha acımasızım; ‘’yazarcık’’ diyorum, ‘’kafasında yırtık bir çorapla haramiliğe kalkışanlar’’. O, ‘’comprachicos’’ diyor neyse ki, bu acemi taklitçilere. Bir şey söylemem icap ederse; Aynen katılıyorum.

   En azından onun saldırdığı birkaç Musset’i vardı! Bizdeki sayısız. Dirhem dirhem yediler geleceğimizi, subaşlarını tutan eyyamcılar. Aşkı ucuzlaştıranların hamuru da aynı maddeden. Bize kala kala itiraz etmek kaldı, bir de hicap duymak. Hiçbir şey bu ikisine yapılan pervasızlık kadar korkutamazdı beni; Aşka ve Edebiyata. Tractatus Logico’nun yazıldığı esir kampı daha insaflıydı! Her önüne gelenin yazdığı kitap da, her önüne gelene kitap yazdıran da aynı derecede suçlu. Her gördüğüne aşk diyen de, her görünenin aşk olduğunu zanneden de keza; Tümör değilse bile böbrek taşı. Kırmak, un ufak etmekle lazım ama neyle? Hangi irade bu cevvalliği gösterecek? Demezler mi adama ‘’Atı alan Üsküdar’ı geçti’’ diye. Neyse, dert değil, hiç değilse tiksinmek bedava! O atların gideceği yer en iyi ihtimalle Augeas’ın ahırı, diğer seçeneği düşünmek istemiyorum bile. Umarım ateşi çalan kalemler küsmemiştir bu arada, umarım gerçek aşıkların yaptığı gibi, kuytu dahi olsa bir köşede hazır ve nazır kendi dönemlerini bekliyorlardır; öyle sanıyorum ki temenni de bedava!

   Aşkı yeniden keşfetmek lazım der bazıları, ama önce edebiyatı. En iyisi arkaik bir keşfe çıkmak gerekir diyelim hatta; Elzem! Mecburi! İsolde’un Tristan’ı beklediği liman yerle yeksan oldu artık veya günümüzün Leyla’larına maaş bordrosu postalanıyor en fazla, o istiyor diye. Mecnunların marifeti ise, sözsel yahut yazınsal yüceliğe erişemediklerinden eylemsel zırvalara başvurmak… Diz çöküp istifçi hüneriyle iş bitirmek yahut kuyruğunda yavan bir yazıyla tek kişilik uçak kaldırmak, sonra ne bileyim denizaltı şaklabanlıkları; tüm bunlara neden olarak tümcelerin gücünün yitirilmesi…

   Leyla dediğime de bakmayın siz; düşünen bir varlık olmaktan çıkıp Baltazar’ın saray duvarında ansızın beliren bir el olsaydım, ‘’Hani Leyla?’’ diye başlardım kehanetime herhalde, ‘’Hani Mecnun?’’

   Dedim ya, aşkı yeniden keşfetmek lazım, ama önce edebiyatı. Temizlenmesi gereken yüzlerce iskelet, yığınla kül, her yanımızı sarmış binlerce hayalet! Bir yerde görmüştüm, galiba bir muallimdi, ‘’Benim neden bir kitabım olmasın diye düşündüm ve bir kitap bastırdım’’ diyor; Hadi gel de kurdeşen dökme! Bu papağan tekrarı daha ne kadar sürecek? Daha ne kadar sahnelenecek bu rezil komedi? Okurun çıtası yerlerde, düşecek yeri de kalmadı, daha aşağısı çekirdek, belki de cehennem! Artık şaşırmıyor okuyucu, ululaştıracak bir zihin bulamayacağının farkında; Ben de yazsam aynen böyle yazardım’’ diyor içten içe. Halk kütüphanelerinden alınan hilkat garibelerinde, manasız olan ne kadar laf kalabalığı varsa altını çizmiş, güya hayat akışını değiştirecek kelamlarmış onlar. Onlara da kızamıyorum açıkçası, ne verirsen onu alıyor. Aşkı da böyle böyle bitirdiler işte, kamyon arkası sloganlarına rahmet okutacak edebi noksanlıkla.

   Duyan olursa son kez tekrarlıyorum, aşkı ve edebiyatı yeni baştan keşfetmek lazım. Hala vaktimiz kaldı mı? İşte bundan emin değilim. Rimbaud ile başladım madem yine onunla bitireyim; ‘’Artık çok geç, midesinin bulandığını hissettiğinde…’’

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: