Kendinizi hiç farklı hissettiğiniz oldu mu? Diğer insanlardan ayrı, özel, daha bilgili ya da bu yeryüzünde hiçbir yere ait değilmiş gibi bir hissiyata sahip oldunuz mu hiç. Dostoyevski’nin kaleme aldığı ‘’yeraltından notlar’’ adlı eserindeki kahramanımız şöyle diyor:
‘’ Ben kötü bir insan değildim, ne aksi bir adamım, ne de uysal biriyim. Ne alçağın biriyim, ne bir kahramanım, ne de korkak, ben hiçbir şey olamadım.’’
Hepimiz zaman zaman bazı hislere ve düşüncelere kapılmışızdır, Yeraltından notlar bize hislerin en derin hissedildiği ve yaşanıldığı notları serer belki de önümüze. Roman ‘’Yeraltı’’ ve ‘’Sulusepken kar vesilesiyle’’ olmak üzere iki bölümden oluşur. Birinci bölümde ikinci bölümde yer vereceği anekdotların gerekçelerini anlatmaktadır aslında, bunu da kendisini ve fikirlerini tanıtarak yapmaya çalışıyor, çokta iyi yapıyor, kitabı okuyanlar ne demek istediğimi fazlasıyla anlayabilirler. Okuyucuya hisler, duygular o kadar derinlemesine geçiyor ki yeri geliyor kahramanla oturup hasbihal etme ihtiyacı duyuyorsunuz adeta. Yazar kitabın ilk sayfasına bir açıklama kısmı yerleştirmiş, bu notların ve notları yazan kişinin bir hayal ürünü olduğunu fakat bu notların yazarı gibi kişilerin toplumumuzda bulunmasının yalnızca mümkün değil, zorunlu olduğunu belirtmiş. ‘’Bu kişi hala devam eden bir neslin temsilcilerinden biridir’’ diye de eklemiş Dostoyevski. Bu sözünden ve kitabın genelinden de anladığımız üzere, Yeraltından notlar, dönüşüm(Kafka), Tutunamayanlar (Oğuz Atay), Aylak Adam (Yusuf Atılgan) gibi eserler bize devamlı dönen bir çarkın ve bu çarka bir şekilde ayak uyduramayan bir takım insanların nasıl dişlinin dışında kaldığını hatta dişlinin onları nasıl dışarı attığını görmekteyiz. Hepsi farklı yoldan aynı çıkmaza girer aslında. Farklı türden farklı psikolojiden farklı dilden aynı ortaklıklar barındırırlar içerisinde.
Kendine yarattığı korunaklı dünyasında yaşarken yer altı insanı aynı zamanda mağarasının (yer altı) dışında bir dünyanın olduğunu ve fazlaca bilgiye sahip olmanın yükü altındadır içten içe. Onu kimse anlamaz yeraltına sahip olmayan. Kendini bir yandan fazla bilgili kültürlü, modern, diğerlerinden farklı bulurken, bir yandan da öteler kendini, dış görünüşünden aklının içindekilere kadar acımasızca aşağılar ve iğrenir kendinden. Kendini her daim toplumda bir fazlalık olarak gören kahramanımız aynı zamanda toplumun kokuşmuş değer yargılarına karşı da ölümüne durmadan savaşır.
‘’Duvarı yıkacak gücüm yoksa onu yıkmak için kendimi paralayacak halimde yok tabi ki, fakat önümde duvar var diye de boyun eğecek değilim’’ diyerek bu sözlerimizi en iyi şekilde ifade eder aslında.
Kendisiyle çatışan her insanın kendiyle kavgası, önce toplumla çatışmasından meydana gelir, O her şeyi özetleyen sihirli söz ‘’ neden bende herkes gibi olamıyorum’’. Ne fazlası ne eksiği, sadece herkes gibi olmak… Fazlaca bir şeylerin farkında olmak, bilgili olmak ya da derin hassas bir kalbe sahip olmak gibi olumlu özellikler topluma ayak uydurmak kavramını veya herkes gibi olmak kavramının dışına çıkabiliyor zamanla.
Nietzsche ‘’ Yeraltından notlar, hakikati kanla haykırır’’ der, en yalın ve öz bir ifadeyle. Buradaki ‘’yer altı’ ’metaforu bizim bilinçaltımızı yansıtmaktadır. Kitapta yer alan notlar da gün yüzüne çıkan bilinçaltımız, insanın karanlık yanıdır. Bilinçaltımızı bilinç üstümüzde özgürce yaşadığımızda, insanların yargılayan, ‘’delirmiş bu’’ diyen gözleriyle karşılaşıyoruz.
Kafka’nın böceğe dönüşen kahramanı Gregor Samsa ile Sartre’nin Bulantı’daki kahramanı Requentin ve Dostoyevski’nin sonraki kahramanlarında Yer altı insanın izine rastlarız. Kendini yeraltına hapseden kahramanımızın derin düşünceleri Raskolnikovla (suç ve ceza) yerüstüne çıkar ve eyleme dönüşür.
Yer altı insanı hiçbir şeye alelade gözüyle bakmaz, görünen yanıyla değerlendirmez. ‘’insan yaratmayı ve yol açmayı sever, bu tartışılmaz bir şeydir. Ama neden yıkımı ve kaosu delicesine sever? İşte bunu açıklayın!’’ bu gibi sorularla okura devamlı cevaplar aratmaktadır zira kendi zihnide devamlı olarak cevabını aradığı sorularla doludur. Belki de amacı cevabını bulmak değil, sorgulamak ve sorgulatmaktır. Neticesinde de küçük de olsa bir değişim bir dönüşüm. Belki yaşadığı dönemde değil ama bugün hala uluslararası okunan klasik haline gelmiş eserleriyle nice nesillerin zihnindeki bir tohumu yeşertmek ve dönüştürmek aslında bütün bir ormanı yeniden inşa etmek yeni ağaçların oluşmasını sağlamak demektir.
“Etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! Gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz bile! Kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız.’’(Yeraltından Notlar – Dostoyevski)
Kitaplarımız, hayallerimiz bu dünyayı ve bu dünyadaki gerçekleri yaşanabilir kılıyor, İnsanın içindeki güzellikler dışarıya sanat olarak yansıdığında renkleniyor bazı şeyler. Evet, şahsen benim kitaplarımı elimden alsalar ben öylece kalakalırdım. Düşünmek, kendimizin, kendi mağaramızın farkında olmak güzel şey. Ama bunları umutlarımızla, hayallerimizle renklendirip kendi dünyamızı oluşturmak daha da güzel. Çatışma olmadıkça bir şeylerin farkına varılamaz. Gerek bu dünya gerekse kendi içimizdeki çatışmaların hep bir şeylerin doğum öncesi sancıları olduğunu düşünmüşümdür. Yeni bir düşüncenin doğumu, yeni bir akımın, yeni bir dönemin, yeni bir başlangıcın, yeni bir hayatın, yeni bir insanın… Hep bir şeylerin oluşması veya dönüşmesi için öncesinde sancılarını çekmek gerekmez mi? Zira yeni bir evin mimarisini yapmaktan daha meşakkatlidir restorasyonunu yapmak, bunu da göz önünde bulundurmakta fayda var, bir insanın fikirlerinin dönüşmesi de epey sancılı bir süreçtir. Bunu bir yer altı insanı olarak da algılayabilir, sabit fikirli bir insanın aydınlanması olarak da algılayabilirsiniz.
Ne demiş Dostoyevski; ‘’Yeni bir adım atma yeni bir kelime söyleme insanların en fazla korktuğudur.’’