Sabaha karşıydı. Hemen önümüzdeki; bize özgürlüğü, özgürlüğümüzü anımsatan karlı tepe, yeni yeni aydınlanmaya başlamıştı. Balık istifi gibi, bizi büyükçe bir harabeye soktular. Bana, bize benzeyen yüzlerce yarı çıplak insanın yüzünde, hep aynı anlamsız tedirginlik vardı.  Kocamı geçen sene kaybettim. Uzun uzun anlatmak istemiyorum onu size. Zira konuşmaya başladığımda kendimi kötü hissediyorum. Sadece şunu diyebilirim; kesinlikle eceli ile ölmedi kocam. Kısa bir bekleyişin ardından, harabenin ışıklarını yaktılar. İçeriye sert bakışlı, hani derler yüzünün feri gitmiş, işte öyle bir asker girdi. Etrafına baktı, onaylarcasına başını sallayıp, hafif sırıtarak odadan dışarı çıktı. Kapılar, üzerimize kilitlendi. Korkumuz daha da artmıştı. Sessizlik, homurdanmaya, homurdanma çığlığa dönüştü. Çığlılardan kimse kimseyi duymuyordu. Ellerimi sıkıca tutan oğlumu fark ettim. Henüz ikisinde bile değil. Tam doğum tarihini hatırlamıyorum. Sahiden, benim çocuğum ne zaman doğmuştu? Oğlum, ellerimi kanatırcasına sıkmakta ve ağlamaktaydı. İçeriye, birçok yerden duman vermeye başladılar. Kokusu bir tuhaftı. İstemsiz bir şekilde elim, çocuğumun yüzünü değdi. Oğlumun kokudan etkilenmemesine çalışıyordum. Bir anda koca koca adamlar, kadınlar, oldukları yere devrildiler. Kıyamet gibi bir şeydi. Ellerimin arasından çocuğumun kayıp gittiğini fark ettim. Küçücük bedeni, yere yığılmıştı. Onu yerden kaldırmak için eğildim. Sonrası, koca bir boşluk. Sonsuz bir karanlık… Aradan neredeyse bir asır geçti ama unutmadım o günü. Bedenim toprak oldu, tebessümüm bile unutuldu. Yine de unutmadım o günü. Savaşı çıkaranlar, kazananlar, kaybedenler, engellemeye çalışanlar, bakanlar, kaçanlar, susanlar, susturanlar hepsi öldü. Bende tabi! Ama unutmadım o günü…

 

Güneşli bir bahar sabahıydı. Uzun zaman sonra ilk kez, gökyüzünde kuşların kanat çırptığını gördüm. Babam, birkaç gündür bir inşaatta çalışmaya başladığından dolayı, azcık paramız olmuştu. Dün akşam güle oynaya, yanında bir kalıp beyaz peynirle eve geldi. Altı yaşındayım ve en son ne zaman, beyaz peynir yediğimi anımsamıyorum. Sabah kalktığında gözleri ışıl ışıl, anneme sarıldı babam. “ Hadi ailecek güzel bir kahvaltı yapalım. Gidip ekmek alayım” deyip üstünü giyinmeye koyuldu. Araya girip “ben giderim” baba dedim. Sıkıca kucakladı beni, havaya kaldırdı. Melodik bir şekilde; “Büyümüşte benim oğlum bakkala mı gidermiş. Babasını yormak istemiyor muymuş?” Annem araya girdi hemen. “Dışarısı pek tekin değil Hamza, sen git” Bu fikir babamın aklına yatmıştı ki, onun beni durdurmasına izin vermeden, hızlıca evden çıktım. “Hadi çıktım ben, beş dakika içinde gelirim. Korkmayın bir şey olmaz.” Yüzümde anlam veremediğim bir tebessümle yola koyuldum. Evimizin hemen önündeki yıkık binanın önüne geldiğimde, bir sürü adamın sağ sola durmaksızın koşturduklarını gördüm. Sanırım küçük olduğum için beni görmediler. Korkak adımlarla yürümeye devam ettim. Bir ses duydum. Birkaç adım sonra da, binanın en tepesinden birisinin düştüğünü… Ayakucumun hemen dibine değdi kafası, Paramparça olmuştu yüzü. Korkudan ellerim, ayaklarım tir tir titriyordu. Bir müddet hareketsiz öylece kalakaldım. Sonra bir anda koşmaya… Var gücümle, hiç durmadan koştum. Tek istediğim vardı, evime geri dönmek, dönebilmek. Sadece birkaç metre uzaklıktaydı evimiz ama sanki hiçbir zaman ulaşamayacak gibiydim. Evime ulaşamadım. Çünkü bir ses daha duydum. Yere yığıldım. O gün ateşkesin bittiği günmüş. Unutmadım o günü… Unutamadım. Birkaç ay sonra babam da yanıma geldi. Keşke annem de burada bizimle olabilseydi. Kim bilir belki de bir gün o da yanımıza gelir.

 

Altı yaşında bir oğlum var. Bir sabah ekmek almak için bakkala gittiğinde sırtından vurarak öldürdüler. Kocamı kurşuna dizdiler. Beni ise esir alıp, bir kapma götürdüler. Üç senedir bu kampta yaşıyorum. İki çocuk doğurdum burada. Babaları kim bilmiyorum. Şu birbirine benzeyen yaratıklardan birisidir herhalde. Yüzleri değişiyor ama sayıları hiç değişmiyor bunların. Kendi yüzüme son baktığımda, kocam hala yaşıyordu. Burada aynaya izin vermiyorlar. Öyle yüzüm olsaydı, ben de izin vermezdim. Sanırım onlara hak verdiğim, tek şey bu.  Gerçi benim yüzümün de onlardan bir farkı yoktur artık. Sağ gözüm hala açılmadı. Eskiden birkaç gün içinde iyileşir, açılırdı ama bu defa nedense açılmadı. Sırtım çok acıyor. Birkaç gün önce çorbayı döktüm diye yüz kırbaç yedim. Kocam bunları görse, bir kez daha ölürdü. Kocam! Çok özledim onu. Akşamları dertleşirdik. Çok çay içtiği için hep kızardım ona. Keşke yine çay içebilsek onunla, bu defa asla kızmam, istediği kadar içebilir. Biliyor musunuz, artık ağlayamıyorum. Zaten ağlasam ne değişecek ki? Neye yarayacak? Siz de duydunuz mu sesi? İşte yine geliyorlar. Yemin ederim, ben bir şey yapmadım. Hiç ses etmiyorum, ne olur yine dövmeyin beni. Daha erken, bu saatte genelde dokunmazlar etime. Çok canım acıyor ne olur dokunmayın bana. İyice yaklaştılar, sesler çoğaldı. Acaba kaç kişiler? İşte kapı açıldı. Geliyor! Geliyorlar!

 

Eğer gündelik hayatın içine, ruhunuzu yerleştiremediyseniz, ya da içi boş sorunlarla, mutluluklarla kendinizi oyalamıyorsanız, sizin içinde mutlak son başlamıştır. Kadın erkek ilişkilerinden yola çıkarak, yatak odası muhabbetlerine de girip,  muhteşem işler çıkartmak varken, başka şeyler yazmaya, anlatmaya çalışırsınız. Becerirsiniz beceremezsiniz o ayrı ama denersiniz. Sürekli soru sorar, deliler gibi yanıt ararsınız. Bulamadıkça yaşlanırsınız. Yaşınız kaç olursa olsun…

 

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: