Sabah uyandım, sessizce yataktan kalktım. Adeta nefes almadan, parmak uçlarıma basarak hareket ediyorum. Gece yarısı bizim ufaklık yine uyumadı. Saat 1,30’da ayağa kalktı, ta ki 5,30’a kadar uyanık kaldık. Tam 4 saat pışpışla, pohpohla, ninniler söyle, klasik müzik dinlet, uğraştım durdum. Kollarım ağrıdı, ayaklarım şiş, yüzümün şekli de tuhaflaşmış. Yanaklarım filan sanki 3 kilo almışım gibi sarkmış. Ağlaması da cabası, ah o ağlaması olmasaydı. Kendimi sıkmaktan hala kalbim acıyor. Böyle sancılı gecelerin birinde kalp spazmı geçireceğim diye korkuyorum. Tüm gecede yaşadıklarım; bu anlattıklarımın özetinin özetidir. Çok detaya girip de çocuk sahibi olmak isteyen karasızların gözünü korkutmak istemiyorum. Uyuyamadıkça karnı acıktı tabi,  diş de çıkarıyor. Damaklar şiş ve canı acıyor. Ne verdiysem yediremedim. Sadece beni emmek istiyor, bu kadar emmeye memede süt mü kalır. İşte bazı geceler böyle bebeğim ağlamaktan, ben yorgunluktan bitkin düşüp ikimiz birlikte sızıp kalıyoruz. Hangimiz daha önce uyuyor belli değil. Bir taraftan da seslerimiz yatak odasındaki eşime ulaşmasın diye çaba sarf ediyorum. Adam benim gibi masa başı değil ki bütün gün beden ağırlıklı işte çalışıyor. Eve her gün bitkin geliyor. Yine de o yorgun hali ile akşamları kızımıza oyunlar kuruyor, hoplatıp zıplatıyor. Evladımızı mutlu etmeye çalışıyor. Ben daha disiplinliyim, babası kadar sabırlı değilim. Biraz oynadıktan sonra kendi oynasın istiyorum. Zaten hep başım ağrıyor. Kendimi fazla sıkıyorum. Sanki dünyayı ben kurtaracağım. Adam öylemi bütün gün ayakta, bir o arızaya koşuyor, bir diğerine koşturuyor. Ben oturduğum yerden kalkmıyorum. Bazı anlar tuvalete gitmeyi bile unutuyorum. Karnıma sancılar basıyor. Arkadaşlar getirmese çay, kahve filan da içemeyeceğim. Bu kafa ile onca işi anca yetiştirebiliyorum. Tüm gün üretim & maliyet ve satış fizibilite raporları ile grafiklerini hazırlıyorum. Üst yönetime mail yoluyla sunum yapıyorum. Eh çok stresli tabi, en ufak bir hatam en üstteki genel müdürlerden ve patronlara kadar ulaşıyor. Teşekkürler hep bağlı olduğum müdürüme gelse de, yaptığım hatanın fırçası bana ulaşıyor. Bugünlerde de benim müdürün gözü sürekli üzerimde. Geçenlerde odama uğradı, gayet güler yüzle iyi bir şeyler söylermiş gibi yaptı; ‘’Funda Hanım sana bir yardımcı alalım, yavaş yavaş işi öğretir üzerinden yükü azaltırsın’’ dedi. Maksat benim yükümü azaltmak değil elbette, kendi yerime geçecek elamanı kendim yetiştireceğim ki beni işten çıkardığında, üst yönetimin alışkın olduğu formatta rapor sunumları devam etsin. Kendisine her hangi bir şikâyet gelmeden, benden daha genç henüz evlilik planı olmayan kariyer hevesli esnek çalışma saatlerine gönüllü ve mümkünse yeni üniversite mezunu bir genci işe almak. Özel sektörde kurallar böyle işliyor.

Terliklerimi elime aldım, öyle çıktım yatak odasından. Zaten ben uykusuzum bari kocam uykusunu alsın. Onunda iş yerinde benzer sıkıntılar olmasın. Kızın oda kapısından içeriye şöyle başımı uzattım; kerata yine üzerini açmış. Nefesimi tuttum, parmak uçlarıma basarak odasına girdim. Ona hissettirmeden battaniyesini üstüne örtmeye çalışıyorum. İçimden ciğerlerimin tümünü onun kokusu ile dolduracak şekilde çokça öpmek geçiyor. Uyanmasından korkuyorum. Uyanırsa bizim kahvaltı yalan olur. Ben alışkınım ama eşim kahvaltısız işe gidemez. Henüz lavaboya da gitmedim, eskiden her sabah duş alırdım. Önce kahvaltılıkları dolaptan çıkarıyorum. Ben banyoda işimi hallederken onlarında soğukluğu geçsin. Sabah aceleyle soğuk bir şeyler yediğimizde kocamla ikimizin de bademcikleri şişiyor. Çayın suyunu koydum, yumurtaları çıkardım. Haşlanmış yumurtayı severim, tok tutar. Benim eşim de haşlama yumurta sevmez ki, en iyisi sahanda yapayım. Kahvaltıyı her gün böyle özenle ve hevesle hazırlıyorum ama çoğu gün yemeden çıkıyorum.

Banyoya giriyorum, soğuk suyu iki avucuma doldurup yüzüme çarpıyorum. Her bir zerresi yüzüme, elime, kollarıma merhem oluyor. Suya dokundukça içimde bir sevinç, yüzümde bir gülümseme, kalbimde bir ferahlama oluyor. O anın keyfini çıkarmak istiyorum. Ama acele etmeliyim, yoksa işe geç kalırız.

Yatak odasına eşimi uyandırmaya gidiyorum. Üçüncü kez seslenişimde beni zorla duyuyor. Kahvaltı hazırlıyorum, yumurta yapacağım, yer misin diye soruyorum, yerim diyor.

                Mutfağa geçtiğimde, penceredeki ve mutfak balkonundaki serçeleri görüyorum. Cıvıltıları neşe veriyor, içimden kuşlara ‘günaydın’ diye sesleniyorum. Çayın suyu kaynamış, demini atıyorum. Mutfak mis gibi çay kokuyor. Çayın kendisi gibi kokusu da insanın içini ısıtıyor. Hiç üşenmiyorum, radyoyu açıyorum. Fonda Nilüfer, ‘’Hep seni istedi, özledi gözlerim aman. Günleri aylara, yıllara bağladı zaman. Aman, aman, aman. ‘’ Aynı şarkının sözlerindeki gibi içimde çiçekler açıyor, hayat bu diyorum. Yaşaya biliyorsak her zerresini; hayat işte bu. Raftan en küçük tavayı çıkarıyorum, içine iki yumurta kırıyorum. Diğer taraftan bakıcının kızıma bugün ara öğün ve ana öğünde yapacağı ek gıdanın malzemelerini kontrol ediyorum. Dün kızım için hazırladığım tarifleri malzemelerin yanına bırakıyorum. Yumurtalar sahanda tam eşimin sevdiği kıvamda ocağın altını kapatıyorum. Fincanları çıkaracağım, tekrar yatak odasına gidiyorum. Eşim kalkamamış, tekrar sesleniyorum. ‘’şimdi kalkıyorum canım’’ diyor. Salona geçiyorum, süt sağma makinesini alıyorum. Artık geceki maceramızdan ne kadar süt kaldıysa, sağmaya çalışıyorum. O an aklıma geliyor. Bugün ki yönetim kurulu toplantısına asistanlık için bende katılacağım. Yani bugün daha şık bir şeyler giymem gerekiyor. Akşamdan neler giyeceğimi kafamda tasarladım. Fakat giymek istediğim bluzün buruşuk olduğunu bildiğim halde, ütülemeyi unuttum. Süt sağma makinesinin pompasını daha hızlı bastırıyorum. Sanki daha güçlü basarsam daha çabuk ve çok süt verecekmiş gibi. Daha fazla süt gelmeyince de, pes ediyorum. Sağdığım sütleri buzdolabına yerleştiriyorum. Koşarak giyinme odasına geçiyorum. Ayaklarım buz gibi olmuş. Sessiz olmak için oda terliği giymediğim gibi çoraplarımı da giymemişim. Hemen ayaklarıma bir patik geçiriyorum, ütünün fişini takıyorum. Kafamdan da bu günkü toplantıyı ‘’Bu toplantı için hazırlamış olduğum sunumlarda eksik var mıydı.’’ Düşünüyorum. Eğer eksik bir rapor, ya da hatalı bir veri çıkarsa o kadar üst müdürün arasında fırça yeme ihtimalim çok açık. Hiçbir sorun olmazsa da müdürümün elini sıkıp teşekkür ederler. Hazırlayan ben değilmişim gibi, bende o utançla görünmez olmaya çalışırım. Ah kör talih ah, bunları düşünürken güzelim bluzü ütüde yakacaktım. Ütülediğim sıcak bluzü sırtıma geçiriyorum. Vücuduma ılık ılık dokunuşu çok hoşuma gidiyor. Gardıroptan siyah pantolonumu çıkarıyorum. Sürekli aynı pantolonu giyiyorum ama mecburen doğum kilolarımı en iyi bu pantolon gizliyor. Saçlarımla uğraşmama gerek yok, nasılsa topuz yapacağım. Gözlerime ince bir kalem, hafif bir allık, ruju da iş yerinde sürerim.

                Mutfağa geçiyorum, iki tane fincan çıkarıp çay koyuyorum. Kulağımla eşimin nerede olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bir iki tıkırtıya yakın ses ve sonrasında su sesi ile uyanmış ve banyoda olduğunu anlayıp, rahatlıyorum. Fincandaki çaylar biraz ılısın, çok sıcak da içemem. Yatak odasına geçiyorum. Bütün gece yat, kalk yapmaktan yatağın içi savaş alanı gibi yorgan bir tarafta battaniye diğer tarafta çarşaf ortada toplanmış. Yorgan ve battaniyeyi hızlıca yere indiriyorum. O an eşim banyodan çıkıyor, giyinme odasına geçecek. ‘Çayını koydum, yumurta da var’ diye sesleniyorum. ‘Teşekkür ederim sevgilim’ diyor. Önce çarşafı güzelce yerleştiriyorum. Aklıma geçen gün vitrinde gördüğüm nevresim takımı geliyor, kendi yatağımda hayal ediyorum. Bu ay doğalgaz, elektrik faturaları çok yüksek geldi. Paramız yetmez, inşallah iki ay sonra bahara alırım. Baharda da nevresim kullanılmaz ki. O marka çok şahane pike takımları da üretir. İnşallah almak nasip olur. Birden irkilerek titreyip, acele olmam gerektiğini hatırlıyorum. Sırasıyla yorgan ve battaniyeyi yerleştirip, yatak örtüsüyle örtüyorum.  Eşim çoraplarını yine halının üstünde unutmuş, hemen alıp kirli sepetine atıyorum.

                Mutfağa geçtiğimde eşim kahvaltısını bitirmek üzere ‘çayın soğudu’ diyor. Hiç iştahım yok ama çaydan bir yudum alıyorum. Soğuk çayın tadı hiç güzel değil, midem bulanıyor. O an kapı çalıyor, koşarak açıyorum. Kızımın bakıcısı geliyor. Kapı eşiğinde çok hızlı kelimeler ile bu günkü beslenme düzeni, kızıma yeni aldığım oyuncak, eğitim setinden bahsediyorum. ‘Gün içinde telefonla haberleşiriz nasılsa’ diyerek hem kendimi hem de bakıcıyı rahatlatıyorum. Geri mutfağa dönerek zaman kaybetmek istemediğimden eşime ‘Sen de hazırsan çıkalım’ diyorum. ‘İki dakika bekler misin, dişlerimi fırçalayayım. Hem telefonum şarjda onu alacağım’ diyor. Tamam diyorum, bir taraftan da montumu giyiyorum, rujumu sürüyorum. Botlarımın tozlarını silip, giyiyorum. Bakıcı bizi uğurlamak için ayakta bekliyor. ‘Hemen mutfağa gir çay sıcak, ama önce kızımın üstünü kontrol et yine açınmış olabilir’ diyorum. Bakıcı kızımın yanına gidiyor, cebimden telefonumu çıkarıyorum, işyerinden yeni bir mail gelmiş mi kontrol ediyorum. O ara eşim geliyor, montunu askıdan alıp giyinmesine yardım ediyorum. Koşar adım merdivenlerden iniyoruz. Neyse ki apartmandaki herkes erken kalkıyor. Ya okuyan çocukları var, ya da bizim gibi çalışan insanlar oturuyor. El ele tutuşup servis durağına kadar yürüyoruz. Yürürken eşimle sohbet etmeye çalışıyorum. Eskisi gibi uzun sohbetler, geç saate oturup, film izlemeler, birlikte dışarı çıkıp arkadaşlarımızla buluşmalarımız çok eskilerde kaldı. Servis durağına geldiğimizde önceden sözleşmiş gibi birkaç saniye de olsa öylece durup birbirimizin gözlerine bakıyoruz. ‘Nasılsın’ diyorum, omuzlarını çekip gülüyor ‘iyiyim’ diyor. Sohbete devam edemiyoruz, o an servis geliyor. Önümdeki birkaç kişinin servise binmesini izliyorum ve kendim de aynı servise binmek için otobüsün ön kapısına doğru adımlar atıyorum. Servis kapısına ulaştığımda eşim sağ yanağıma bir öpücük kondurup, o an el çabukluğu ile duraktaki seyyar satıcıdan kaptığı simiti elime tutuşturuyor. Minik simit halkası ve küçük bir buse ile içim dışım sanki pembe oluyor. Bir an ayaklarım havalanıyor. Oturacağım boş koltuğa ulaşıncaya kadar iki kez sendeliyorum. Koltuğa otururken diğer taraftan camdan duraktaki eşime bakmaya çalışıyorum. Onun servisi henüz gelmemiş, bekleme noktasından bana el sallıyor. Ben de el sallamaya çalışırken servis hareket ediyor.

                Elimdeki simite dokunup, kokluyorum. Fırından taze çıkan ekmek & simit kokusu arıyorum. Ama maalesef, seyyar satıcı amca önceden almış ısıtıp bize satıyor. Bir lokma ısırıyorum. Lokmayı ağzımda çiğnerken, eşimin duraktaki son görüntüsü gözlerimin önüne geliyor. Eşimi özlüyorum, çok özlüyorum. Tadı hoşuma gitmeyen simiti mi yesem, yoksa gözlerimi kapatıp biraz dinlenmeye mi çalışsam. Bir an tereddüt etsem de simiti çantama atıp gözlerimi kapatıyorum. Amacım dinlenmek ama mümkün değil, toplantıya gireceğim için heyecanlıyım. Yol çok çabuk bitiyor. Fabrikaya vardığımızda servisten hiç inmeden tekrar geri eve gitmek istiyorum. Hayalet gibi yürüyor, güvenlikteki memurlara güçlükle selam veriyorum. Uykum var çok uykum var. 

Tüm toplantı konuşmalarını not edip, toplantı sonrasında gündem madlerine göre hazırlamaış olduğum fizibilete raporlarına iliştireceğim.

Abonelik
Bildir
guest
2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Hülya A.

Emeğinize sağlık.çok tatlı ama az bile anlatmışsınız 🙂 çocuk bakmayı Instagram karelerinde ki gibi kolay ve renkli zannedenlere kapak olsun .dünyanın en güzel duygusu o ayrı ama bolca emek ve sabır istiyor .çok beğendim.Tebrik etmeden geçmek istemedim.

Ayşe Baran Eren

Çok teşekkür ederim.

%d blogcu bunu beğendi: