Tanımlama yaparak başlayabiliriz. Sanat, gerçeğin, gerçek olanın yeniden yorumlanması ve harmanlanmasıdır. Burada önemli olan yeniden yaratma süreci kadar “gerçek olma” zorunluluğudur. Zira içeriği belirleyen budur. Böylece biçimsel olmaktan çok içsel olabilmektedir. Görmemek görmenin bir alt dalı olarak kabul görmektedir. Toplumsal sanatın, bireysel özü kapsadığına bu yolla tanık oluyoruz. Göremediğimiz sanat, görebildiğimiz yaşamı kapsıyor. Ayırt ediyoruz. Tersine yürümek, gözüme, çarpım cetveli mantığına indirgemek gibi görünüyor.

   Bizim eserlerimiz, özellikle şiirlerimiz, ezberlenir ve yıllarca insanımızla birlikte yaşar, elinden tutar; yalnız bu hissiyatı anlamak için estetik kaygıları gözeterek, şiiri anlaşılmaz sözcük oyunlarından uzak tutarak bir anlamada bulanıklaştırmadan, yaşamla bağını koparmadan biraz yaşamak gerekir.

   Bilindiği üzere içtiğimiz su iki ölçü hidrojen ile bir ölçü oksijenden oluşur; fakat içtiğimizde ikisini ayrı ayrı ayırt edemez sudur bu dersiniz. Tıpkı bunun gibi gerek yöntem gerek malzeme olarak sanatı ve dayandığı gerçeği ayırt edemezsiniz. Tam bu noktada sanatçı, bilinci ölçüsünde sorumlu olduğunu fark eder; ancak bilinçlendireceğim diye yaratıcı özgürlüğünden feragat etmez, edemez, hoşgörü temeline yaslanarak yeni bir disiplin oluşturur ve bu yönü ile gerçeği, gerçek olanı yeniden yorumlar ve harmanlar. Bu yolla şiir ve edebiyat kurgu olmaktan çıkar, yaşamın her alanı, herkesin anlayabileceği sanat eserlerine dönüşür. Teorik şişkinlik ortadan kalkar, hakiki söz sanatı açığa çıkar.

   Son yıllarda anlatmayı, anlatılana yeğ tutuyoruz. Bir anlamda bir çeşit aygıta dönüşüyor, eklem noktalarımızın katılaştığını hissediyoruz. Kireçlenme diyoruz; lakin tepeden tırnağa buyruklar biçimini alıyoruz. Görünen o ki, en ağır yanılgımız buradadır. Bu bağlamda çevresine en ağır hasarı verenler bile iş eleştiriye döküldüğünde kusurluyum demez, anlatmayı anlatılana yeğ tutar bunu ayıplamaz.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: