“Bir barbarlık çağı başlıyor, bilimler de buna hizmet edecektir.”                                     

                                                                       Nietzsche

 

Islanmış çamaşırını değiştirmek için yanından ayrılacağı sırada görüntü kendisine “Nereye?” diye sordu. Gae, kocası Zet’in ¹homogramına sırtı dönükken “Duş aldıktan sonra yanındayım.” cevabını verdi ve 49 metre karelik dairenin yaklaşık onda biri büyüklüğündeki banyoya girdi. Kocasının ¹interaktif hologramı giyindi, tek başına kalmasını fırsat bilerek bellek programını çalıştırdı. İşlediği bilgiler kronolojik ya da tematik bir bütünlük içindeydi. Yakın anılardan uzak anılara geçmesi 10 saniyeden az sürdü: “171021310938/ Adra-Mut/ İyon Denizi Kuzeydoğu Sahili/ Piknik teması/ Mavi-yeşil Campbell ekose örtü (iki yıl önce doğum günümde Gae hediye etmişti)/ Ahşap masanın üzerinde iki şişe kırmızı şarap (Dara 2128 hasadı)/  Toprak bir çanakta kabuklu hâlde 7 küçük haşlanmış patates ve Gouda peyniri (22 cm çapında ve dilimlenmemiş)/ Küçük bir tirbüşon ve birkaç paket mendil…” İlk çekingen öpüşmeden dört dakika sonra Gae, “Tuzu unutmuşum. Ama neyse ki peynir çok.” dediğinde 8 saniye boyunca güldük/ Bıçağımızın olup olmadığını sorduğumda Gae, hayır, cevabını verince 17 saniye güldük/ Benim hatam olduğunu söyledim/ Aldığından emin olmam gerekirdi/ O zamanki Koalisyon üniformasıylaydı/ Saçları 3 numaraydı/ Boynundaki gümüş zincirde gotik ve majiskül bir T harfi vardı/ Sol şakağından alt çenesine kadar inen dövme henüz yoktu.” On beş yıl önce yaptıkları bu piknik, onları yakınlaştıran ilk etkinlikti. Şehre dönerlerken Zet, Gae’ye evlenme teklif etmişti. Evlilikleri devam ediyordu ama uzun süredir hiçbir şey ilk zamanlarki gibi değildi. Altı yıl önce yönetim birimine adım attırılan Mühendis Gae, iki yıl önce sisteme olan katkılarıyla başmühendisliğe terfi ettirilmişti. Normal şartlar altında, uzman adayı dahi olamayan, üstüne üstlük sistem karşıtı görüşlere kendisini giderek daha çok kaptıran kocasını bir başmühendis olarak kendi elleriyle Koalisyon teknisyenlerine çoktan teslim ederdi. Sistemin yürüttüğü bir projede son derece gerekli bir denek hâline geldiğinden kocası Zet, Gae için bir süredir önemliydi. Bundan öncesinde, ona duyduğu acımayla karışık hastalıklı sevgisi, kocasını ihbar etmekten onu alıkoymuş olmalıydı. İdeal Zet’i, başka bir deyişle istediği adamı, yarattığı homogramla kurduğu ilişki, Gae’nin onu ya hâlâ biraz sevdiğini ya da epey takıntılı bir kişiliğe sahip olduğunu gösteriyordu.

İnsan, eşinin kendisini kendisiyle aldatmasına ne diyebilir ki? Zet, “Ben burada, yanındayım. Benim homogramımı neden bana yeğliyorsun?” demişti bir kez. Gae, “Sen, sevdiğim adam olarak kalmadın. O ise değişmeden kalan Zet, yani aslında ilk tanıdığım sen…” diyerek paradoksal durumu açıklamıştı. Gae’nin yıllar önce yaptığı bu konuşmadan sonra Zet, kendisini kadının yerine koyup onu anlamaya çalıştı; ama durumu anlayamadı. Gae, kendisiyle değil de homogramıyla evliyse biyolojik Zet’e gerek yoktu. Yine de bu koşullar altında var olmasının geçerli bir nedeni olduğunu anlayabilmişti ama bunun ne olduğunu hiç anlayamamıştı. 

Atık su geri dönüşüm biriminde çalışan binlerce mekanik personelden biri olan Zet’i sistemin hedefi hâline getiren, duygularını yoğun yaşayıp derin empati kurabilmesiydi. Üzgün olduğunu düşündüğü birine iyi olup olmadığını soran, yakınını kaybeden bir arkadaşıyla daha çok zaman geçirmeyi isteyen ya da Tarsum yazılımının “insan değil insanlık önemlidir” paradigmasıyla kurduğu sistemin insan için de insanlık için de felaket anlamına geldiğini düşünen bir genç olan Zet, sistem karşıtı düşüncenin somutlaşmış hâliydi. Gae’nin bildiği kadarıyla deney, metropol genelinde yapılan izlemelerle tespit edilen “duygu yönetimi bozukluğu”na sahip kişilerin, birinci dereceden yakınlarınca gözlemlenmesiydi. Gelecek ve insanlık için şimdiyi ve insanı feda etmenin zorunluluk olduğunu düşünen Tarsum’un, kendi kurduğu sisteme inancı tamdı; öyle ki uygulamalardan ve kurallardan rahatsız kişilerin azınlıkta olması ister istemez onların anormal oldukları anlamına geliyordu. Gae’nin hem kendisine hem Zet’e sorduğu “Biri diğerini neden kendisi kadar düşünür, neden deneyimlemediği bir durum için gözyaşı döker, neden teknisyen müdahalelerini/ gözaltıları/ tutuklamaları/ sorgulamaları/ ceza puanlarını/ çalışma kamplarını… iktidar terörü olarak nitelendirir?” sorularına karşılık bulduğu cevap, sisteminkiyle aynıydı: “Sepetteki elmaların bazıları çürüktür. Bunların diğerleriyle bir tutulması tüm sepeti çürütür.”

Duştan çıkıp kısacık saçlarını kurulayan Gae’nin, bir önceki akşam biyolojik kocası Zet’le izlediği dokümanterdeki derisi kavrulmuş küçük çıplak kızın ve gaz fişekleriyle kör edilen gençlerin görüntüleri gözünde canlandı. Gae, kocasına gösterdikleri karşısında tepkilerini dikkatle izlemiş; adamın gözlerinin dolduğunu ve bir şişe şarabı nasıl bitirdiğini görünce kocasının tam bir çürük elma olduğuna kesinkes karar vermişti. Tarsum’un “Savaş Çağı” olarak adlandırdığı döneme ilişkin metinleri ve görselleri deneyde kullanan onlarca bilim insanından biri olan Gae’ye göre tüm canlılar gibi insanların da varoluş amacı, gelecek kuşakların biyolojik kodlarını korumaktı. Sistem sosyokültürel aktarımı sağladığından bireyin görevi, kendi türünü var etmeye çalışmak olmalıydı. Otoriteye boyun eğmeyip düzeni sorgulayan veya otoriteyle çatışan bireyler, bir bakıma “İnsanlık değil insan, gelecek değil şu an önemlidir!” sloganını haykırmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Kendi çocuklarına karşı olan sorumluluklarını hiçe sayarak biraz daha rahat yaşamanın peşinde oluyorlardı. Başkasının deneyimlediği durumlar karşısında gözyaşı dökenler, aslında kendilerinin böyle durumları deneyimleme ihtimalinden korkup gözyaşı döken egoist kişilerdi. Sisteme güvenmeyen bu egoist insanlar son tahlilde kaosu düzene tercih ediyorlardı. Giyinirken kendi kendine “Zet nasıl oldu da böyle birine dönüştü?” diye sordu. Homogram, Gae’nin banyodan çıktığını görünce anıları işlemeyi durdurdu; kendisine doğru yürüyen kadına göz taraması yaptı, kadının gözlerinin refleksif hareketler sergilemeyip bir noktaya odaklandığını gördü ve kadının düşünceli olduğunu tespit etti. Gae, tezgâhtan tirbuşonu alıp oturma bölümündeki sandıktan bir şişe şarap çıkardığında homogram, Savaş Çağı’ndan kalma eski bir ezgiyi fonda çalmaya başladı. Gae, ikili kanepeye oturup şarabı açarken gözleri doldu ve “Neye ihtiyacım olduğunu hep bildin, seni seviyorum Zet!” dedi.

_ Ben de aşkım, diyen homogram kadının yanına oturdu; Gae, ikilinin yanındaki gözden aldığı şarap kadehine içki koydu. Zet, elindeki sanal kadehi Gae’nin kadehine yaklaştırdı; ikisi de birer yudum içti. Zet “Bu anı bozmak istemem ama bugün cuma, onun erken geldiği akşamlardan.” dedi.

_ Mesaiye kalmasını sağladım. Şu aralar biraz zorlanması lazım, deneklerin duygu yönetiminde sorun yaşamaları gerekiyor.

_ Anlıyorum.

Gae, doğrulup başını geriye çekti, homogramın gözlerine bakarak “Onu haklı bulduğun zamanlar olmuyor mu aşkım?” diye sordu. Cevap beklemeden konuşmasını sürdürdü: “Sen de bir parça o sayılırsın, başkası için senin üzüldüğün olmuyor mu hiç?” Homogram, cevap vermedi; gözleri bir noktaya sabitlenmiş biçimde kalakaldı. Bunun çok nadir yaşandığını deneyimlediği için Gae, homogramın gözünün dalmasını sorun etmiyordu. Üstelik görüntüyü birkaç saniyeliğine çevresinden izole eden bu durumun ona insancıl bir hava kattığını düşünüyordu.

Homogramların, Tarsum için hazırladıkları raporları İletişim Birimi’ne iletme sürecinde böyle durakladıklarını bilseydi kendisinin de Zet gibi bir denek olduğunu anlardı. Duygu yönetim bozukluğu olanlar, birinci dereceden yakınlarına göre; onları kontrol eden yakınları da Tarsum’a göre denekti. Gae, “Aşkım, yine gözlerin daldı!” dedi. Homogram gözlerini kırptı ve kadına “Affedersin!” demekle yetindi. Homogram, gözlerini kırparak İletişim Birimi’ne şu mesajı yollamıştı:

  1. Gae’nin duygu yönetiminde zayıflık olduğunun bilinmesi
  2. Empati kurmaya eğilimli olması nedeniyle sistem karşıtı birine dönüşebileceğinin göz ardı edilmemesi

Kadın, “Onun gelmesini hiç istemiyorum, seninle olmak istiyorum. Ya sen?” diye sorunca homogram samimiyetle “Ben de aşkım!” cevabını verdi

 

Abonelik
Bildir
guest
2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
sedef ünlü

insanların çoğu hayal ettiklerini yanlarında olan insanlara tanımlar,onlarla eş,sevgili,dost olur.Sonrasında yaşanan gerçekle hayalin çatışması olur.Öyle güzel bir anlatım olmuş ki gerçek olduğuna inandım.kaleminize sağlık.

Ayşen Altay

1984 tadında. Zekice kurgulanmış, başarılı bir öykü. En çok, empati ve duyarlılığın, gelecek nesilleri düşünmemek, bencillik olarak tanımlandığı sistem görüşünün aktarımından etkilendim. Gerçekliğin ters yüz edilmesine çok iyi bir örnek olmuş.

%d blogcu bunu beğendi: