https://tr.wikipedia.org/wiki/Leyla_Saz#/media/Dosya:Leyla_Saz.gif

         Lemde nedir farkı bana medh ile zemmin
            Sağ olsun ahibbâ da ne derlerse desinler.”

            (Övgüye de, yergiye de aldırmam
            Canı sağ olsun dostların, ne derlerse desinler.)

 

            Leyla Hanım, Nefise Hanım ile Osmanlı saray hekimlerinden İsmail Paşa’nın kızı olarak 1850 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Hekim İsmail Paşa, sarayın harem bölümünün özel doktoru olduğu için Leyla Hanım, ablası ile birlikte hayatının yedi yılını sarayda geçirir. Sarayda bulunduğu süre zarfında sultan hanımların hizmetinde bulunan şair, bu sayede saray hayatını tanıma ve iyi bir eğitim alma fırsatı yakalar. Elizabet Kantaksaki’den Rumca ve Fransızca, Medeni Aziz Efendi ile Asadur Hamamcıyan’dan Türk müziği, Nikogos Taşçıyan’dan Batı müziği, Abdülmecid’in kızı Münire Sultan’ın da öğretmeni olan Therese Roma’dan piyano ve Giritli Kutbi Efendi ile Fatinefendizade Sadık Efendi’den edebiyat dersleri alır.

 

            Şair, saray hayatından söz ederken, “İşte bu muhit beni şiire götürdü. On dört yaşımda ilk şiirimi yazdım” der. Batı zevkinin saraya yansıdığı bu dönemde yaşamış olması, şair için bulunmaz bir nimet olmuştu

 

            Leyla Hanım, henüz on dokuz yaşındayken daha sonraları Giritli Sırrı Paşa olarak anılacak olan Sırrı Efendi ile evlenir. Yirmi altı yıl sürecek olan bu evlilikten Yusuf Razi, Vedat, Nezihe ve Ferihe isimli dört çocuğu olur. Bağdat valisi olan eşinin bir cariye ile birlikteliğinin ortaya çıkması üzerine yaşadığı dönemin şartlarına aldırmadan eşinden boşanır.

 

            Eşinden ayrıldıktan sonra 1895’te İstanbul’un Bostancı semtinde bulunan köşküne yerleşen Leyla Hanım, orada anılarını yazmaya başlar. Böylece anılarını yayımlayan ilk müslüman kadın yazar unvanını alır. Bu dönemde kadın hareketleri içerisinde yer alan Leyla Hanım, “Hanımlara Mahsus Gazete” de yazılarını yayımlar.

 

            Şiirden asla kopmayan şair, ilk kez 1928’de divan geleneğini takip ederek yazdığı şiirlerini “Solmuş Çiçekler” adını verdiği kitabında toplar. Ünlü şair Abdülhak Hamit Tarhan’ın önsöz yazdığı eserde klasik Osmanlı şiirlerinin yanı sıra sadeleştirilmiş bir Türkçe ile yazdığı şiirler de bulunmaktadır.

            İstanbul’un işgali sırasında Bostancı’daki köşkü yanan şair, bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü aşağıdaki şiirinde dile getirir:

            “Yandı köşküm pılım pırtım bucağım
            Söndü hiç tütmemek üzre ocağım
            Heder oldu çekilen bunca emek
            Ne evim kaldı, ne bahçem, ne çiçek
            Ne sazım kaldı, ne nağmem, ne nota
            Ne masam kaldı, ne minder, ne oda
            Ne kalem kaldı, ne defter, ne kitap
            Her ne yazdımsa bütün oldu yebab
            Bir ağızdan ederek hep feryad
            Elbet etmişler idi istimdat
            Yandı mahvoldu bütün asarım
            Varmış oğlumda biraz eşarım
            (…)
            Yapılsa ev alınır hepsi yine
            Konmaz asar-ı güzidem yerine
            Başka hepsindeki his, vak’a, hayal
            Şimdi tekrarı ise emr-i muhal
            (…)
            Aradım, topladım ettim itmam
            Bende mevcut idi mevcut makam
            Deyiverdim hem bu imiş hükm-i kader
            Gam da elbet ömrüm gibi elbet geçer.”

 

            Bestecilik yanı da ağır basan şairin iki yüze yakın bestesi vardır. Bunların çoğu ne yazık ki Bostancı’daki köşkünde çıkan yangın esnasında kül olur. Bu bestelerden günümüze sadece elli ikisi ulaşabilmiştir. En ünlü eseri Hicaz makamındaki “Seni Sevda Çiçeğim, Tac-ı Serim” şarkısıdır. Aynı zamanda Cumhuriyetin ilk yıllarının en sevilen marşlarından olan “Yaslı Gittim Şen Geldim” olarak da bilenen Gelibolu Marşı’nın da bestecisidir.

 

            1934 yılında çıkan Soyadı Kanunu ile “Saz” soyadını alan şair, 6 Aralık 1936’da İstanbul’da hayata gözlerini yumar ve Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilir.

 

           

 

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: