Sus, kızım! Sus, diye söylendi. “Anca hastaneye git, babana bak. Bana bir faydan var mı senin? Benimle kim ilgilenecek? Tüm gün yemek, bulaşık, çamaşır… (Evde bir tek işe yaramaz oğlu var. Sanki bana ve babama yapıyor yemeği.) Bir de hasta bakıcılığı mı yapayım? Sana laf yetiştirmekten daha önemli işlerim var benim.” Döndü arkasını, çarptı kapıyı çıktı evden. Bu çıkış, seneler sonra bile bizi bir araya getirmeyen kaderin başlama çanı olacaktı. Seneler sonra hasta olduğunda yalvaracaktı, n’ olur seninle kalayım ben. Beni tek başıma bırakma annecim. N’olur?

Önemli iş dediği kardeşinin dükkanında simit çay ve yanına bir demlik gıybet tüketmekti. Anlayacağın sana gelene kadar simit çay bile daha önemliydi. Öyle olmasa da sözler yeterince kırıcı olsun diye önemliydi simit çay gıybet kahvaltısı. Çekip gitmeliydi buradan. Babam bir iyileşsin. Bırakmalıydı bu evi, odayı, çocukluğu, gençliği. Neyse temiz iki kat çamaşır ile pijama koymalıyım çantaya. Şu suratının haline bak! Şiş, kızarık ve nemli gözler… Böyle mi iyi edeceksin babanı! Yıka yüzünü de sen de çarpıp kapıyı çıkıver bu evden.

Dolmuş sarsıldıkça daha çok düşünüyor insan nereye gideceğini. Daha yeni boşanmış sayılırım. Tek başıma ev tutsam çekip çeviremem aldığım üç kuruşla kendi boğazımı.  Ablama yalvarsam olur mu acaba? Onun da kendine göre bir hayatı var, üstüne kimsenin basmasını istemediği. Haklı da. O da yaşadı bu mutsuzluğu zamanında.

Hastaneye girerken karanlık düşüncelere gülen bir yalancı suratı takıp odaya daldım. “Babam, nasılsın bugün? Aaa, yemek yememişsin ama. Hadi babam biraz ye bir şeyler. “ Hemşirelerden biri gelip insülin vurdu.

— Hemşiranım, daha bir şeyler yemedi, vurmasaydınız keşke…

–Hanfendi öğle vakti geçti, vurulması gerek!

Hoşuma gitmemişti bu iş. Sabah da yememiş bir şeyler. Bu insülün neden vuruluyor ki yiyip içmeyen adama.

–Babam, hadi bir şeyler ye. Bak ben de burdayım artık. Gitmeyeceğim.

–Anan nerde kızım? Gelmeyecek mi bi’zahmet?

–Gelecek babam, evde işleri var. Sabah konuşamadık, sana temiz çamaşır alıp çıktım evden.

Yalana bak! Sanki 40 yıllık karısını bilmiyor adam. Kime, ne uyduruyorsun? Seni istemiyor işte, gıybetçi kadını istiyor. Yalan söyleyip niye kendine razı ediyorsun? Söylesene doğruyu! Gelmeyecek, istemiyormuş sana bakmak, bıkmış senden. Gelmeyecek buraya. Söylesene, korkma, bozulmaz o, son kullanma tarihi çoktan geçmiş bu evliliğin. Kokuşmuş, çürümüş içindeki her şey zaten. Bırak büyüsün nefret. Kopsun inceldiği yerinden artık. Senelerdir bir arada tutmak iyi bir fikir miydi? Ne oldu yani? Al sana sonu bu. Merhametin ve babanın aşkının bile bir arada tutamadığını sen mi tutacaksın? “Babam, hadi aç ağzını. Babam, babam, baba…Hemşire, doktor, morardı adam, terliyor. Koşsanıza. Kimse yok mu kardeşim koca hastanede? Nasıl bir yer burası?! Heyyyyy size söylüyorum. Yetişin, yetişin!..”

İyi ki söylememişim. Bir de benden duysa belki öldürecek kadar düşürürdü ya da fırtlatırdı şekerini. Kendi bildiğiyle bile bu kadar meyillendi nefesini kesmeye.

–Amca! Böyle iyileşemezsin ama! Yemek yicen, dolaşacan. Kaburgaları nasıl iyi edicez sonra?

 –Siz yakını mısınız?

–Evet, küçük kızıyım.

–Tamam, yedirin bir şeyler canım. Böyle olmaz!

Her doktor gibi olayın fiziki boyutunda. Adamın kalbi kırık yahu. Kalbin damarları değişti diye kırgınlıklar, üzüntüler unutuluyor mu sanki? Senelerce çalış, didin. Ne için? Bir lokma muhabbet! Nerdeeee?

 Oh, şükür çorba bitti.

–Yemek de yicen mi azıcık babam?

–İstemem kızım, sağ olasın. Uyumak istiyorum şimdi ben. Hadi, sen de otur, dinlen.

Yapma babam, kendimle baş başa bırakma beni. Şimdi simidini ısıran o kadınla ilgili çirkin senaryolar kurdurma bana. Ne de olsa benim annem o da maalesef …

Yok, yok! Gitmeli o evden. Temiz çözüm. Herkesle konuşurum, bildiğim kim varsa rica ederim. Sığıntı yaşamak bile iyidir buradan. Olmadı babamı eve getirdiğimde atmak gerek bunları evden. Ev, ev, ev… Baba, baba, baba… Simit, çay, gıybet…Boşanma, ameliyat, hastane, ölümle burun buruna…

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: