Anlatacağım hikaye küçük bir mahallenin köhne ve ağır derecede rutubet kokan tuhafiye dükkanında geçmektedir. Tuhafiyenin sahibi, yıllarını bu küçük dükkanda harcamış Mehmet Bey için iyi ve sıcakkanlı bir insan diyebilirdiniz ilk bakışta. Mahallede uzun yıllardır bu dükkanı işlettiği için küçüğünden büyüğe herkesi ve herkesle ilgili her türlü dedikoduyu bilirdi. İki yıl önce Ayşe Teyze’nin torunu evlenmişti. Dediklerine göre çiftin çocukları olmuyordu. Tabi bu gözden kaçamazdı ve mahalleliye yayılma işi için Mehmet Bey tıpkı sadece insan vücudunda aktif olabilen bir virüs gibi çalışmalarına başlardı. Birkaç gün yeterdi ona tüm mahalleliye dedikodunun yayılması için. Daha iyi karakter tahlili yapabilmeniz için aslında yufka yürekli ve sevecen gözüken Mehmet Bey’in görüp görebileceğiniz en büyük şark kurnazı olduğu gerçeğini belirtmem gerekiyor. İnsanlarla yakınlıklarını kullanarak sattığı ürünlerin üzerine kendisinin samimiyet payı diye adlandırdığı ücretler koymayı severdi. Mahalleliler de bunun farkındaydı ama birkaç dedikodu ve boş sohbet için bu ekstra ücretlere laf etmezlerdi. O bölgeye yeni taşınan insanlar için şok etkisi yaratırdı bu beyin ve beyninin tepkileri. O da kendisini savunmak adına hep aynı şeyi “Peygamberler bile hata yapar; hesapta yanlış olmuş.” derdi
Artık Mehmet Bey ile ilgili bir çıkarım yapabildiğinize göre aslında bu hikayenin baş rolünde olan olabildiğince gösterişsiz, tozlu, mat ve küçük bir düğme ile ilgili sözler söylemeye başlayabilirim. Buraya kadar hafiften sıkılmaya başlamışsındır “okur”; ben de hafif bir esneme baş gösterdi çünkü. Tamam tamam devam ediyorum, merak etme. Nerede kalmıştım evet bu düğmenin barınağı olan muhteşem gösterişli düğme kutusunun sahibiydi Mehmet Bey. Tamam, şimdi Allah bir yerden eksiltirken diğer taraftan veriyor diyeceksin; evet, benim de yazarken aklıma geldi. Bu şaşalı düğme kutusunun içi yüzlerce değişik boyutlarda ve renklerde düğme ile doluydu. Bahsi geçen düğmemiz bu kutunun içinde neredeyse bir insan ömrünün yarısı diyebileceğimiz kadar zaman geçirmişti. Şansızlığı diğer düğmelere göre daha küçük boyutlarda, mat ve gri olmasıydı. Mehmet Bey parmaklarıyla kutuyu tararken hiç dikkat etmemişti bu küçük düğmeye şimdiye kadar. Burada ona hak verebilirdiniz eğer düğmenin kendisini görseydiniz. Tabi o da böyle bir düğme olmak istememişti. Ahşap düğme kutusunun dışı daha önce sanki saraylara hizmet vermiş şekilde altın renkli, el işlemeli pirinç plakaları ile donatılmışken, içi düğmemize karanlık bir sonbahar günü gibi sıkıntı vermekten başka bir işe yaramıyordu.
Düğmemizin bu tekdüze karanlık ortamdan kurtulması, genç ve yakışıklı bir adamın bu tuhafiyeciye girmesi ile başlamıştır. Şık giyimli bu gencin çok acil bir iş görüşmesine yetişmesi gerekmektedir. Artık bu işe de alınamazsa tutunacak dalı kalmayacaktır. Üniversiteyi dereceyle bitirdikten sonra hayallerini kurduğu iyi getirisi olan bir işe girerek toplumun ona biçtiği görevin bir kısmını yerine getirmiş olacaktı. Ama hiçbir şeyin hayallerindeki gibi gerçekleşmediği, tuhafiyeye girerken ki yüz ifadesinden anlaşılıyordu. Mehmet Bey her zaman ki gibi bıyık altından gülüşünü yaparak gence ne ihtiyacı olduğunu sordu. Genç üzerindeki yeni ütülenmiş, tertemiz gömleğinde bir adet düğmenin kopmuş olduğunu fark etmişti, hızla evden çıkarken. Çocukluğundaki hangi travmadan kaynaklandığını bilemediği bir simetri hastalığına sahipti. Eğer bu şekilde görüşmeye giderse hiçbir şeyin istediği gibi gitmeyeceğinden ve işe alınamayacağından emindi. Bu onun yedi başarısızdan sonra sekizinci iş görüşmesiydi ve Mart ayının sekizinde gerçekleşecek olması kendisinde saçma bir inanç doğurmuştu. Bu tarz benzerlikler onun hastalıklı beyni için uyum harmonisinden başka bir şey değildi. İhtiyacı olan düğmeyi nitelerken hemen hemen bizim düğmemizden bahsetmişti. Mehmet Bey’in bu hikayedeki en önemli rolü olan parmakları işe koyulmuştu. Üst raftaki görkemli kutuya uzanmak için merdiven kullanması gerekiyordu. Kutuyu eline aldığında tüm düğmeler birbiri üzerinde gidip-geldi ortam bir gece kulübü karmaşasına dönüşmüştü. Mehmet Bey, birkaç parmak hareketi ile düğmelerin üzerinde dolaşıyordu. Bingo!! İşte olmuştu; seçilmişti. Parmakların arasındayken kutu üzerinde, aşağıdaki o rengarenk, devasa ve güzel gözüken düğmelere son bir bakış atmıştı. Artık bu sefil hayattan kurtuluyorum der gibiydi onlara.
Gence düğmeyi uzatmıştı. Tam istediği boyutlarda ve renklerdeydi düğme. Genç, iğne ve iplik alarak, düğmeyi hemen gömleğine dikmişti. Uyum sağlamıştı tam istediği gibiydi gencin. Artık görüşmeye gidebilirdi. Tuhafiyenin arka tarafındaki bir bölmede giyinebileceğini söylemişti Mehmet Bey kendisine. Acele bir şekilde gömleği giyip, tüm düğmeleri hızlı bir şekilde iliklemişti. Kendisine bakabilecek bir ayna ve buna yeterli bir zamanı da bulunmuyordu.
“Borcum ne kadar?” dedi, genç. İçten pazarlıklı Mehmet Bey düğme dahil üç-beş kuruş tutacak bu malzemeler için borcun yok dese daha çok kazanacağını biliyordu. Kendisi için reklam tekniği oluşturmuştu içten içe. Genç daha sonra vicdanen bir daha dükkana gelecek ya da başkalarına bu dükkanı önerecekti. “Borcun yok.” demişti gururla. Saf yürekli genç, birçok kez teşekkür ederek dükkandan ayrıldı.
Düğme, üç-beş kuruş etmeyecek kadar mı değersizim diye düşünüyordu bu arada. Neyse hiçbir şey bu mutluluğunu bozamazdı artık. Düzenli bir işi ve geliri olan memur gibi olmuştu sanki. Hiç yoktan iyiydi. Bir gömleğe uymuştu. Artık fonksiyoneldi. Kendini bir şey sanabilirdi. Nerden bilebilirdi bu mutluluğunun çok da uzun sürmeyeceğini.
Yanlış deliğe iliklenmişti. Evet, yanlış deliğe iliklenmişti, problem buydu. İş görüşmesinin yapılacağı yerdeki insanların surat ifadesinden anlayabiliyordu, düğme. Kendisinde bir problem vardı. Düğmenin yanlış deliğe iliklenmesi o kadar üzücüydü ki yapabileceği bir şey de yoktu bunun için. Dışarıdan bir el gelip onu bu durumdan kurtarmazsa, gün boyu gömleğin düzenini bozacak ve doğru bir şekilde iki yakayı bir araya getirme işlemini yapamıyor olacaktı. Öyle de olmuştu. Bu en çok korktuğu şeydi hâlbuki. Düğmenin pek de hayallerindeki gibi olmamıştı bu yeni düzen. Hatta o muhteşem kutunun içindeki karanlık günlerini özletecek kadar çok üzgündü bu durum için.