Karl Fauones kelimemin tam anlamıyla çıldırdığını hissediyordu. Günlerdir evinin banyo ve tuvaletindeki fayanslarını defalarca saymış, her defasında farklı sonuçlara ulaşmıştı. Buna dair herkeslerken sır gibi sakladığı, kimselerin bilmediği bir listesi vardı. Yarım metreye yakın bir tuvalet kâğıdı parçasında; tarih, saat ve sayım sonuçlarını gösterir tuvalet kâğıdından bu belgede, rakamlarla harflerin özenli motifler gibi bir bir işlendiği görülüyordu. Artık, geceli gündüzlü bulduğu her boş vaktini fayansları saymak için fırsat kollar olmuştu. Uzun zamandır kabul edilebilir müspet bir sonuca varamamış olmanın stresi her geçen gün katlanarak onu adeta boğuyordu. Yaşadığı acı inanılmaz derecelere ulaşmıştı. Boynundan beynine giden şah damarı geriliyor, buradan geçen her milimetre küp kanın tazyiki olanca şiddetiyle beynine baskı yapıyor bu da halüsinasyonlar görmesine neden oluyordu.

           Aslına bakarsanız hepten çaresiz ve de bir planı yok değildi Karl’ın. Yaptığı plan şuydu. Sayımlarda üst üste yedi defa aynı sonuca ulaşırsa rahatlayacak, ruhu huzur bulacaktı. Kendini inandırdığı şey bundan başka bir şey değildi. Boyalı bir kalemle her bir fayansa numara verip kolaylıkla kesin sonuca varabilirdi peki hala. Ama bunun kendini kandırmaktan başka bir işe yaramayacağı da çok açıktı. Şeffaf olmalıydı. Hilenin burada yeri yoktu, olamazdı. Yaptığı sayımlarda kendini kaybediyor dikkatini tümüyle buna veriyordu. Iş yerinde, alışverişte, hafta sonu tatillerinde evden uzak kaldığı her an düşünceleri kahrolası fayanslarında yoğunlaştırıyor, bu sapkınlık derecesine ulaşan tutkusundan vazgeçemiyor, nereye baksa birden dalıp saplandığı bu meseledeki umutsuzluk hali gözünde anbean büyüyen yüce bir dağ gibi yükseliyordu.

         Bir gece ansızın -uykusuz bir geceydi bu – yaşamının anlamsızlığını, tutarsızlığını, hayatta başardıklarını ve hayal kırıklarını muhasebe ettiğinde geride kalan eksi haneli sayıyla karşılaştığında, birdenbire içinde yuvarlandığını hissettiği girdapta kendine bulmuş, top yekûn bu ahvalde uzun uzun düşünmüştü ki, o gece kararını çabucak vermesi gerekliliğiyle yüzleşmişti. Gece en nefret ettiği vakitti. Hayvanlar dâhil çevresindeki herkes klonlanma deneyindeki gibi adeta donduruluyor, fanusları içerisinde boylu boyunca ölüler gibi uzanıp dünyayı yaşayan bir mezarlığa çeviriyordu. Gün ışımaya başladığında ise hiçbir şey olmamış gibi riyakâr bir tutum içerisinde olan tüm mahlûkat, içlerinde bulunduğu durumun çaresizliğini idrak edemiyor gibi herkes herkesin yaptığını yaparcasına birbirine taklit ediyor görünüyordu. İşte o zaman karar vermişti. Fayansları sayıp kesin bir sonuca ulaşabilmeliydi. Bu bilginin hayati bir ehemmiyeti ile birlikte, sisli havadaki bir yılan gibi kıvrılan kaygan şosedeki rehberi olacağına inanıyordu. Hem de bunun kime ve nasıl bir faydası dokunacağı hususunda bir an bile tereddüt etmeyerek.

       Günler vardır ağır aksak ilerler, bir nefer gibi üste üste gelip bir orduya bürünür, ömür olurlar. Gün vardır ki arı kovanındaki kraliçe arıya benzer. Tanrı gibi tektirler. O da öyle bir gündü Karl için. Yedi gündür aynı rakamı bulmuştu üst üste. Her bir köşesi beşer santimetrelik siyah, kırmızı ve beyaz fayanslar. Banyo raflarının aralarında, klozetin arkasında, sıra sıra sıralıydılar. 1324… Bu rakama sayım yaptığı ilk günlerde de rastlamıştı. Ancak şimdi bu rakamdan emindi. Üç gün üç gece bebekler gibi huzurlu uyudu Karl. Ta ki o son geceye dek. Yan komşusu Andreyev’in fayansları aklında düşene dek. Bir yolunu bulup onun evine girmeliydi. Kapısını çalsa ve “Sevgili komşum izin verirsen banyo ve tuvaletindeki fayanslara bir göz atacağım ” dese Andreyev’in yüzünün alacağı şekli gözünde canlandıramıyordu. Onun kaçık bir deli olduğunu düşünecekti şüphesiz Andreyev. Başka bir yol bulmalıydı. Müteahhitten aynı zamanlarda almışlardı bu yan yana olan iki daireyi. Banka kredisinde birbirlerine de kefil olmuşlardı. Konutlarının ölçüleri aynıydı. Tek farkı Karl’ın konutunun zirvesinden sisin hiç eksik olmadığı Freu dağının kızılçam ormanlarına bakmasıydı. Andreyev aynı zamanda birlikte çalıştıkları dairede bir alt kademesindeki bir memurdu. Rütbe ve yaşça ondan üstündü. Bir yolunu bulup, hani rütbe ve daha yaşlı olmanın avantajını bir kullanabilse, belki Andrew de buna ses çıkarmayabilirdi. Bunları düşünürken güneş batmak üzereydi. Perdelere gözü takıldı. Sararmışlardı. Ah Ellien diye iç geçirdi. Önümüzdeki paskalyada tam dört yıl olacak beni bırakıp koy verdiğin. Şimdi de kafayı yemek üzeyim. Belki de artık çok geç. Sen olsaydın, sen olsaydın… Kapı çalındı. Aylardır postacı dışında kapısını kimsenin çaldığı yoktu. Bekâr adamların kapıları çalmaz, niye çalsın ki? Yanlış duymuş olmalıyım diye tekrar ağır düşüncelere dalıyorken, kapı bu defa daha sert ve kararlı çaldı. Gelen Alt komşusu Ribenberg idi. “şey komşum, rahatsız ediyorum belki akşam vakti, biliyorum ama söylemek zorundayım. Sizin banyonuzdan banyoma su damlıyor. Sanırım küçük bir borudan su kaçağı olabilir. Bilginiz olsun diye haber vermek istedim. Bir göz atmak ister misiniz?

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: