Her insan için“ait olma” yaşamsal bir ihtiyaçtır. Diğerlerine bağımlı olarak gözlerimizi açtığımız ilk anda, belki de yaşamımızı sürdürebilmemizin tek nedenidir diğerleri! Dünyaya geldiğimiz andan itibaren  anlamaya çalışırız, diğerleri nasıl bakmaktadır bize.. .

Sevginin ve şefkatin sıcaklığı mı var gözlerinde, yoksa donuk ve soğuk mu bakıyor?

 Sarıldığında sıcak mı, yoksa sadece bir beden mi?

Sesi kabul edici mi yoksa reddedici mi?

Dokunduğunda eli kalbime mi değiyor yoksa sadece bedenime mi dokunuyor?

İnsan yavrusu algılamaya çalışır…  Henüz gelişmemiş duyularıyla, diğerlerinin ona karşı ne kadar kabul edici ya da ne kadar reddedici olduğunu kavramaya çalışır…

 Bu nokta hayat ne yazık ki kimseye seçim şansı vermez!!

 Ve kimileri için hayat çirkin ördek yavrusu olarak başlar, kimileri için bir prens ya da bir prenses…

Çirkin ördek yavrusu olmayı “O” seçmemiştir, ona sunulmuştur sadece.  O’na sunulan bu seçeneği nasıl hazmedeceği ya da hazmedemeyeceğine kendisi karar verecektir. Bu da seçme şansının olmadığı yaşamının bir başka ironisidir.

“Büyük umut ve heyecanla yumurtaların çatlamasını bekleyen anne ördeğin, şefkat ve hayal kırıklığı duygularının birbirine girdiği bakışları arasında,  farklı olduğu için kardeşleri ve diğerleri tarafından reddedilen, sevilmeyen, istenilmeyen çirkin ördek yavrusu…”

Kimileri işte böyle başlar hayata…

Ve kimileri için hep çirkin ördek yavrusu olarak devam eder hayat…

Aslında farkı yaratan içeriden dışarıya bakmaktır! İçeriden bakmayanlar için farklılık, çirkin bir ördek yavrusudur.

Çoğunlukta azınlık bir deliliktir

ve çoğunluk bilmez, delilik cesarettir!

Eric Berne’ye göre, çocuklukta bize sunulanlar doğrultusunda aldığımız kararlardan oluşturduğumuz, her birimizin bir hayat senaryosu vardır ve bizler aslında yetişkinlikte bu senaryoyu oynarız. Bu, çevremizdekilerin bize verdiği mesajlarla uyumlu oluşturduğumuz bir senaryodur.

Kısacası Çirkin Ördek Yavrusu mu, yoksa ölçütünü çoğunluğa uyumluluktan alan, bir Prens ya da bir Prenses mi?

Kişi, çocuklukta çevresindekiler tarafından kendisine verilen mesajlar doğrultusunda kendi senaryosunu yazar ve oyun başlar… 

Kişinin hayat senaryosu, kendi hakkında ne hissettiğini ve diğerleriyle ilişkilerini belirleyen temel mesajlardan oluşur.

Eğer diğerleri kişiye “sen değerli, önemli, sevilebilen birisin” mesajı vermişlerse, kişinin kendine dair algısı da “ben önemli, değerli, sevilebilen biriyim” şeklinde olacaktır. Bu algıdan  prens ya da prensesler doğar…

Eğer diğerleri kişiye “sen önemsiz, sevilmeyen, istenilmeyen birisin” mesajı vermişlerse, kişinin kendine dair algısı “ben önemsiz, istenilmeyen, reddedilen, kabul görmeyen biriyim” şeklinde oluşacaktır. Bu algıdan da çirkin ördek yavruları doğar..

Kişinin kendine dair algısı, çocukluk dönemimde edinilen deneyimlerin toplamının bir sonucudur.  Diğerleri tarafından olumsuz fark edilme (çirkin ördek yavrusu) çocuğun gelişiminde engellere yol açar. Sözlü ya da sözsüz mesajlar yoluyla olumsuz fark edilme, kişiyi değersizlik, yetersizlik, reddedilmişlik duygularıyla baş başa bırakır. “Sen iyi değilsin” mesaj içeriklerini özümseyen çocuk, yaşam senaryosunu “ben kötüyüm” üzerine inşa eder.

Böylece olumsuz değerler üzerine inşa edilen kişilik; küçük sarsıntılara duyarlı yapısıyla,şiddetli depremlerde yerle bir olur. Yağmur sularını içeri sızdıran çatlak duvarları, kırık kiremitlerden yapılmış akan bir çatı, fırtınalara dayanıksız kırık camlar ve kimileri kapısız, kimileri açılmamacasına kilitli odaları…  

İşte senaryonun baş kahramanı!

Yardımcı oyuncular; reddeden, eleştiren, ötekileştiren herkes….!!!

Ve karşınızda “çirkin ördek yavrusu”!

Dışarıdan bakanların, içeriden dışarıya bakanın, bakmalarını dışlamasıyla başlar hikaye…  

Herkes’in hiç kimsesi olmak, dışarıdan bakanların ülkesinde, içeriden dışarıya bakanlar için çıkışı olmayan bir labirenttir. Bu labirentten çıkış için İkarus’un kanatlarına sahip olmak gereklidir.

Herkesin hiç kimsesi olma labirentinden çıkışın tek yolu olabilecek bir çift kanat..!!

Kendi küllerinden yeniden doğmaktır kanatlar çirkin ördek yavruları için…  Kanatlar; özgürlükten çok daha ötesidir, fark edilmektir, görülmek ve işitilmektir, kabul görmektir, aidiyettir ve en önemlisi sevilmektir!

Ancak eksik başlayan hikayeler eksik bitecektir..

Güneş balmumunu eritecektir… Kanatlar suya düşecek ve İkarus ölecektir, herkesin bir şeyi olabilmeye dair duyduğu özleminin yükünü balmumu kanatları taşıyamayacaktır!

Eksik başlayan hikayeler hep eksik biter…

Sevgisizlikle kırılmış yüreklere çare olmaz balmumundan yapılmış kanatlar..

Çünkü insanın kanatları SEVGİ’dir.

Her insan kabul görmek ve sevilmek ister. Bacası tüten, kiremit çatılı evler neden sıcaklık verir insana!!

 Neden sevildiğini hisseden çocukların resimlerinde bulutlara değer, evin bacasından tüten duman!! Çünkü orda bir hayat vardır.. Dumanı tüter… Hatta bulutlara kadar değer…

Başı bulutlara değen o duman, SEVGİ’nin sıcaklığıdır…  

Her insan ait olma , sevilme ve kabul görme ihtiyacıyla doğar…

Çevrenin ona sunduklarıyla büyür ya da  sunamadıklarıyla labirente hep güdük kalır..

Balmumu kanatlar yetmez labirentinden çıkmaya..

Çünkü insanın kanatları “SEVGİ”dir!!

Ötekileştirmelerden öte, Sevgiye gebe bir yaşam umuduyla…

 

– Saadet Elevli

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: