Aylardan ekim, belki de kasım. Bilemiyorum tam açıkçası, en son baktığımda ekimin sonunda idik. Öyleyse tek yapmam gereken duvardaki büyük takvimin siyah beyaz sayfalarına en son ne zaman baktığımı hatırlamak.

 Hiç sevmiyorum o takvimi, fazla… basit. Birbiri ardına alelacele ilerleyen kaotik günleri, haftaları iki renkle ifade etmek kimin fikridir bilmem ama bana uygun olmadığı kesin. En azından başında öyleydi. Zaten bir süre sonra rengini kaybetmez mi günler ? Böyle söylemiştin bana o takvimi astığımda duvarıma. Hiddetle karşı çıkmıştım o zaman , nisandı aylardan. Mor sümbüller çıkardı sokaklara, tombul kırmızı yanaklı çingenelerin ellerinde ; mor,pembe, beyaz… beyaz ama  renkli sümbüller.Renkli zamanlardı.

 Bir hafta olacak sanırsam , o zaman kasıma geçmişiz demektir. Havada kış kokusu artık belirgin, yavaş yavaş da tüm ağaçlar döküyor yapraklarını.

 En iyi biz bilmez miyiz zaten kışın kokusunun nasıl olduğunu ? « Biz »  diyorsam da mazur gör cesaretimi, sadece daha uygun bir zamir olduğunu sanmıyorum durumu ifade etmek için. Bu soğuk havalarda « ben » ve « sen » i kullanmaya kıyamadım. Zaten hep öyle olmadı mı ? Gözlerimizde daima « biz » yazarken gerçekte «  ben ve sen »i yaşadık.Hem hakikaten nasıl oldu ki bu ? Yıllarca nasıl alt ettik dil bilgisi kurallarını, nasıl oldu da bizim iki tekil zamirimiz yan yana gelince çoğul olamadı ? Hem de havalar bu kadar soğukken…

 Sabahleyin kışın gelişini kutlamak amacı ile deniz kenarına indim. Bu aylarda Boğaz bir başka oluyor biliyorsun : Dalgalar daha bir mavi oluyor, martılar daha bir yüksek bağırıyor,rüzgar bile başka kokuyor. Oturdum bir banka (hafif de ıslaktı halbuki), aldım elime gevrek bir simit, başladım koparıp martılara atmaya. Ciyak ciyak, sürü sürü, bembeyaz. Sen geldin birden aklıma sonra nedense.

 Sana benzettim, mavi kayığı. Minik, olmayan gücüyle kış rüzgarıyla boğuşan, iskeleye bağlı mavi kayığı. İlk başta duymadım sesini, sonra rüzgar getirdi bana sessiz çığlıkları. Bağlı kalmak istemiyordu ki  mavi kayık, direndiği güç rüzgar değildi ki onun, rengini aldığı dalgaların yardımıyla bağlandığı halatına karşı ebedi bir savaş içindeydi. Seni hatırladım birden,yıllar sonra işte…

 Bayadır haber almadım senden. Evlendin mi, çoluk çocuğa mı karıştın onu bile bilmiyorum inan ki.

 Buydu gelecek planın yıllar önce. Dudağını büzüp omzunu kaldırarark öyle söylemiştin bana. İnanmamıştım. Geleceğinde  yer edinmek benim için  imkansız olsa da  sen ve evlilk fikri « biz »zamirin dudaklarımızdan dökülme ihtimalinden de imkansızdı. Şimdi ise havlar soğudu.

 Bir halini hatırını sormak istedim o yüzden. Ne kadar bu satırları okumayacağından emin olsam da aklımnın bir köşesine dokunmuşken gölgen, bir kaç satır karalamamak ayıp olur diye düşündüm.

 Çok tanıdıktı bu his, belki senden bile tanıdık. Zaten gölgeleri olmasa sevilecek ne tarafları vardır ki insanların ?

 Sonrasında yanıma da bir anne kız oturunca ve aralarında geçen tatlı konuşma da keyifimi iyice yerine getirince sana yazmaya karar verdim.

  • Anne !
  • Hani martılar yüzebiliyor ya denizde.
  • Hmm
  • Neden balıklar uçamıyor ?
  • Neyden bahsediyorsun kızım sen, elbette ki balıklar uçamaz ?
  • Ama haksızlık değil mi bu ?
  • Ne ?
  • Martıların yüzebilirken balıkların uçamaması işte annee !
  • Olur mu kızım öyle şey, balıklar da öyle yaratılmış, onların da doğal yaşam ortamı deniz.

 

  • Haksızlık işte ! Onlar seçmiyor ki nasıl yaratıldıklarını, nerede doğduklarını. Seçebilseler martı olmak isteyeceklerdi belki de. Hem gökyüzünü hem denizi bilmek neden martılara mahsus ki sadece ?
  • Hem ya bir balık martıya aşık olursa ? Şu kahverengili olana mesela, suya kafasını daldırdı şimdi. Her gün gökyüzünün bilinmezliklerinden süzülerek inip dalgaların üzerine konan bu martıya aşık olursa ne olacak ?

 

  • Şimdi iyice saçmaladın işte kızım, nerede görülmüş bir balığın martıya veya bir martının balığa aşık olduğu ? Tüm hayvanlar kendi türlerine aşık olur, normali budur.
  • Üstüne üstlük  martılar balık yer biliyorsun. Hele hele avlar avcılarına hiç aşık olamazlar.

 

  • Peki ya avcı avına aşık olursa ? Bak benim kahverengili sabahtan beri suya dalıp dalıp çıkıyor ama ağızında bir tane bile balık yok. Belki de o sevdiğini görmeye çalışıyordur ama balık da herkes gibi düşündüğünden diplerde saklanıyordur.
  • Keşke balıklar da uçabilseydi.

 

 Hakikaten neden iki mavi tonunu da görebilmek ve aralarındaki farkı bilebilmek martılara mahsustu ki sadece ? Ve evet ne olurdu acaba diplere hasolmuş bir balığa aşık olsa ? Nasıl biterdi hikayenin sonu ? Martı mı boğlurdu balık mı kururdu ? Belki de gözleri birbirine hiç değmemiş gibi devam ederlerdi : av ve avcı sonsuza kadar. Sonuçta balıklar uçamazdı, doğalı buydu, imkansızdı, değil mi ?

 

Umarım her şey yolundadır, en azından bu kış aylarını benden daha iyi geçiriyorsundur.

 Kapıcı Hamdi Amca delirip delirmediğimi sordu dün, ona balıkların uçup uçamayacağını sorduğumda. Belli ki o da hiç pulları kurumayanlardan temiz kış havasında.

 Daha iyi dediğim, en azında ayları karıştıracak kadar koşturmuyorsundur umarım benim kadar.

Eminim koşturmadığına, hiçbir zaman koşmadın zaten. Denizde koşulmaz ki…

 Her neyse, eğer bunu göndermeye karar verirsem bil ki ben de iyiyim. Dileğim o ki, onca yıldan sonra ansızın bu kadar özensiz ve çabucak karalanmış bir kaç satırı kasım ayının(belki de sen bunu okuduğunda Aralık gelmiş olur çoktan) bir günü kapında bulduğunda gocunmazsın. Umarım adresin değişmemiştir.

Sevgiler

Martılar boğuluyormuş, balıklara selam olsun…

 

– Beyza BAYRAKTAR

Abonelik
Bildir
guest
1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Engin Yılmaz

keyifle okudum.
kaleminiz dert görmesin 🙂

%d blogcu bunu beğendi: