İnsan çıplak doğar. İnsan tüm yaşamı boyunca çıplaklığını gidermeye çalışır. Bilgisizlik, insanın en büyük, en köklü ve en önemli çıplaklığıdır.
(Attilla Erdemli – Mitostan Felsefeye)

 

Ignorance is bliss / Cehalet mutluluktur
(Thomas Gray – Ode on a Distant Prospect of Eton College)

 

Fransızca “gregorien” ya da Arapça “miladi” takvime esasen 21. yüzyılı yaşamaktayız. Belki yıllar sonra yüz yılımızla başlayan çağa bir isim verilecek olsa da hali hazırda hüküm süren çağımızın adı net olarak koyulmuş değil. 21. yüzyıla girdiğimiz 2000’li yılların başında çağımızı “Milenyum Çağı” olarak nitelerken, birçok şeyin hızına yetişemediğimiz gibi çağın ismine de yetişemedik . “Teknoloji Çağı”, “Bilgi Çağı”, “Dijital Çağ”, “Bilişim Çağı” gibi yeni isimler verdik. Çağımıza yakıştırılan bütün isimleri düşündüğümüzde, sanıyorum ki “Bilgi Çağı”, en kapsayıcı isim olarak tezahür ediyor. Bilgi kelimesini Türkçe dil bilgisi kuralları yönünden irdelediğimizde karşımıza anlamca olumlu bir kelime çıkıyor. Öyle ki anlamı olumsuz yapmak istediğimizde olumsuzluk eki yardımıyla “bilgisizlik” kelimesini türetmek mümkündür. Peki salt bilgiyi ele aldığımızda her bilgi, kelime anlamı gibi olumlu ve değerli midir? Bu soruyu tüm açılardan ele almak uzunca bir yazının konusu olabileceğinden yalnızca günümüzün en çok değer atfedilen bilgi(sizlik)lerinden bahsetmekle yetineceğiz.

 

Bu yüzyılın ortalama bireyinin, ortalama bir gününü ele alacak olursak, bir gün boyunca hangi bilgilere maruz kalıyor? Güne akıllı telefonlarımızın sevimsiz alarm sesleriyle başlıyoruz. Öğrenilmiş bir bilgi ya da belki çaresizlik ile yataktan çıkmamız gerektiğini biliyoruz. Bize bahşedilen işlerimize geç kalmamız durumunda maruz kalacağımız muameleden hoşnut olmayacağımızı biliyoruz. Kimimiz henüz yataktayken, kimimiz kahvaltı masasında ya da günün ilk sigarasında uyuduğumuz süre içerisinde geçen ve kaçırmış olabileceğimiz bilgilere vakıf olabilmek adına akıllı telefonlarımızı alıyoruz elimize. Akıllı telefonlar ise her geçen gün bilgiye olan ulaşımımızı hızlandırma gayesiyle olacak ki parmak izimizi biliyor, yüzümüzü tanıyor ve uçsuz bucaksız bilgi deryasının kapılarını kolayca bizlere aralıyor. Kapitalist dünya düzeninin bilgiyi dahi karşılıksız vermesi düşünülebilir mi? Parmak izimizi kaydediyor, yüzümüzü tanıyor, konumumuzu takip ediyor, kişisel verilerimizi, kredi kartı bilgilerimizi depoluyor; karşılığında ise biz ortalama bireyler için en büyük icadı olan sosyal medyayı veriyor. Bugün sosyal medyanın geldiği noktaya ve kullanılışına baktığımızda sosyal medyayı; sosyal çevremizle sanal iletişime girdiğimiz ve takipçi sayımız kadar bile olsa bir üne sahip olduğumuz, gerekli gereksiz ayrımı yapmaksızın içerik paylaşmaktan ve takip ettiklerimizin içeriklerini incelemekten kendimizi alıkoyamadığımız, itiraf edemesek de sosyal çevremizle rekabete bile girdiğimiz bir mini magazin platformu olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır diye düşünüyorum.

 

Peki sosyal medya platformları üzerinden hangi mühim bilgileri ediniyoruz? Birileri toplum bilimci edasıyla ve sınırlı karakterlerle “laf ebeliği” yapıyor, kimileri şık bir restorantta önüne gelen yemeğin fotoğrafını takipçi güruhuyla paylaşıyor, bazıları ise popüler bir mekan içerisinden konumunu bize bildiriyor olabilir. Tüm bu dış etkilere maruz kalan birey ne yapıyor? Newton’un “Etki Tepki İlkesi”ni ve çalışma prensibini ele alırsak, doğada her etkinin karşılığında bir tepki var olmaktadır. Birey de doğanın en akıllı varlığı olarak etkiye karşı tepki veriyor ve farkına varmadan dayatılan moda etkisinin girdabında buluyor kendini. Bu durumu hiç de hafife almamak gerekir. Günümüzde “sosyal medya uzmanı” diye bir iş pozisyonu var artık. Uzmanlar, sosyal medya üzerinden hayatınızın akışını yönlendirebilecek kudrete muktedirler. Pekala bunu hangi bilginin sırrına erişerek gerçekleştirdiler dersiniz? Aslında cevap çok da uzakta değil. Asırlardır bilinen insan doğasını, hırslarını, heveslerini, nefislerini, rekabetlerini, toplum piramidinde üst bloklara yükselme gayelerini, tüketim alışkanlıklarını, kıskançlıklarını, hasetlerini ve daha birçok zaaflarını kullandılar. Ve kabul edelim çok da başarılı oldular. Her sosyal tabakayı kendi içerisinde yarışa tabi kıldılar, günün modalarını belirleyip cebren olmasa da bir gereklilik gibi dayattılar, neyi nasıl tüketmen gerektiğini ve henüz yıpranma süresi tamamlanmadan yenisine sahip olman gerektiğini öğrettiler. İnternet üzerindeki tüm hareketlerini büyük titizlikle izlediler, telefonların sözde sesli asistanları vasıtasıyla dikkatle dinlediler, arama motorunda arattıklarını özenle kaydettiler ve sana özel reklamlar sundular.

 

Adı her ne olursa olsun sahip olunan akıllı cihazlar, insan aklına karşı amansız bir mücadele içerisinde. Henüz yapay zeka teknolojisi her bilgiyi kullanabilecek ve yönetebilecek aşamada değil, bu yüzden bu cihazlara akıl veren de yine insanlar olarak karşımıza çıkıyor. Peki söz gelimi bir avuç insan aklı, milyonlarca insanın aklını nasıl oluyor da bu kadar etkisi altına alabiliyor? Aslında insan tarihi boyunca araçlar farklı olsa da vaziyet aynı olmamış mıdır? Aklı yöneten azınlıklar, aklını kullanmadan emanet etmeye meyilli çoğunlukları himayeleri altında tutmuştur. Bunu “Bilgi Ağacı” adını vereceğimiz bir betimlemeyle tasvir edecek olursak ağacın kahverengi, sert, karanlık gövdesi ve dalları, aklı elinde tutanlara; bazen yemyeşil açan, bazen sararan, kimi zaman dökülen, rüzgarlarla savrulan yaprakları ise aklını çürümüş kütüklere emanet edenlere benzetebiliriz.

 

– Ersin BOSTANCI

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: