Oltanın iğnesi, peşi sıra seğirten kurşunun ağırlığıyla denizin karnını yardı geçti. Makarayı serbest bırakınca hızla aşağı indi. Nefesi, temiz havayla buluşunca duman olup uçtu. Hava epey soğuktu. Taburesinin yanına koyduğu birasından bir yudum aldı. Kurşun daha fazla ilerlemeyince makarayı kilitledi. Çupra bu, illa dipte gezecek. Şansına belki birkaç mercan, kupa. Rastgele!

Melih ilk balığı çekti: İstavrit. Ne geziyormuş orada yahu? Bir de bu mevsimde. Var bir cenabetlik ya, kimde? “Biz bu denizlerin ezelden aşinasıyız yiğidolar, balık bilir kimi seçeceğini!” Bu Melih oldum olası böyleydi, Milli Eğitimde Şube Müdürü ya bunun gibilere Balıkesir’de “kovalak” diyorlar. Halk kültürünün gözünü seveyim, ne de güzel uymuş. Alçakgönüllülükten ara ki bulasın! Gösteriş ve kibir yüreklerinin her bucağını sarmış. Dünya sever Melih gibileri, dünya onların dünyası. Yıldıray gibiler de alçakgönüllülükleri yüzünden ezilmeye, dünyanın bir köşesine itilmeye mahkumdur. Laf aramızda, onlar iyidir; cezasız kalmayan tek şey de iyilik olduğuna göre Yıldıray’a ne oluyordu böyle? Elbet sürünecekti o da tüm iyiler gibi. “Sahi yahu!” deyip birasından bir yudum daha çekti. Küçücük çocuklara tecavüz eden, hak gasp eden, insanların canına kastedenlerin bile cezasız kaldığı dünyada iyilerin yeri var mıydı? “Anasını satayım!” deyip bir yudum daha çekti.

Melih, çok geçmeden ikinciyi çekti: Çupra. Hey yavrum hey! Kim cenabet allasen? Kader mi, Yıldıray mı? “Ne o Yıldo, balıklar seni sevmedi galiba?” Sevmediyse sevmedi ulan! Kısmetin ötesi berisi yok ki, gelirse gelir. Saygısız herif! “Gizli depresyon mu var acaba bende?” Olmasın mı? Sen insanlara iyi davran, fesat düşünme, hakka uy, denizleri temiz tut; karşındaki güruhun dörtte üçü bunların tam aksini yapsın. Nasıl bunalıma girmeyesin? Baksana, beş para değerinde değil senin yakışıklı kalbin. İyilere madalya takmıyorlar Yıldıray, galiba sizleri unutuyorlar. “Galiba…” Çek bir yudum daha, ayazın buğusunda çatırdasın ciğerlerin.

Saat öğlenin 11.00’i, hala balık yok. Basiretin bağlanıp düşüncelerin ortalığı tozu dumana kattığı bir anda serseri bir balık iğneye vurmaya başladı. Hızla çekti. Çekerken iğnenin girdiği yerden geri çıkarken denizin canını acıtıp acıtmadığını düşündü. “Necasetiz biz, irin gibi dünyanın yüzünde gezinip duruyoruz. Biri çıksa da patlatsa bizi.” Bu düşüncelerin kucağından yaklaşan balığın siluetiyle kurtuldu. İçine bir huzur oturdu, Melih ukalasına bir cevap olabilirdi. Ancak o da ne? İğneye asılı duran şey bir izmarit, parmağı ancak geçer. Melih’e denk gelse hayatta salmazdı. Yıldıray iyi, kahretsin ki çok iyi: “Bunu salmazsam bundan sonra nasıl balık tutarım?” deyip bırakıverdi denizin rahmine. İzmarit, herhangi bir Melih’in oltasına takılana kadar şanslıydı; umalım ki yine onu herhangi bir Yıldıray yakalasın.

Akşamüzeri pek yakınlarından geçen bir teknenin dalgasıyla sarsıldılar, Yıldıray’ın çakmağı su dolu kovaya düştü. “Hay anasını!” Melih’in umuru değildi; o, doldurduğu kovaya bakıp keyifleniyordu: Altı çupra, iki istavrit, on iki kupa, dört mercan, bir izmarit. Melihler affetmez, düşünmez, onlar daima başarmak ister ki Yıldıray’ın acıyıp serbest bıraktığı izmarite o acımamıştı.

Kaptan’ın: “Gidelim mi ustalar?” sorusunu teknenin ıslak zeminine tükürdüğü anda Yıldıray’ın kovasında üç kupa, iki mercan vardı. Dönüşte Melih elinde kovasıyla balık kooperatifini aramaya başladı, taze balık iyi fiyattan gider, nereden baksan 5-6 kg balık var. Kısa günün karı! Yıldıray acı içinde, midesindeki kasılıp gerilmeler inletecek kıvamda. Bağırmamak için zor tutuyor kendini. Arabayı acılar içinde sürerek İzmir’e döndü. Hemen bir hastaneye kaldırıldı: Mide kanaması. Melih tam 200 lira kazandı. Melih işini bilir, Melih dünyayı sever, dünya Melih’i.

 

– Alparslan YELGEÇER

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: