‘’Peşrevle girelim,’’ diyor Selim abi. Daha programın ilk bölümü. Mekan neredeyse dolu. Şef garson Erdal abi ışıkları hafif kısıyor. Başlayın dercesine kafasını hafiften öne eğiyor. Hicaz peşreve giriyoruz, ağır ağır. Selim abinin udunu duyamıyorum. Büyük ihtimalle Recep kıstı udun sesini. Mikserin yanında oturuyor kemancı Recep. Kemanın sesini sonuna kadar açmış yine macunluyor. Önümdeki antika monitörden klarnetimi duymaya çalışıyorum zar zor. Antika falan ama o monitörü aldırana kadar göbeğimiz çatladı. En çok da Selim abi dil döktü. ‘’Hadi beni siktir et benim ne çaldığım belli değil zaten ama bu çocukların kendilerini duyması lazım, kemandır klarnettir sahneyi bunlar götürüyor’’ demişti mekanın sahibine. Adam da daha fazla dayanamadı ama pintiliğinden eski püskü bir şey aldırttı idarelik. Hiç yoktan iyidir, en azından kör çalmıyoruz gırnatayı diye geçiriyorum içimden. Peşrevin teslimine gelirken Recep kaş göz yapıp sol çaprazımızdaki masayı işaret ediyor. Masada genç güzel bir kız var. Hatun ay parçası gibi. Siyah parıltılı abiyesini giymiş, saç makyaj desen o biçim. Recep’in kaşı gözü niye oynuyor anlıyorum kızı görünce. Kızın karşısında kırk beş yaşlarında seyrek saçlı göbekli bir para babası oturuyor. Mekandaki en mutlu adam bu lavuk. Öyle ki daha peşrevi bitirmeden aşka gelip peçeteye istek yazıp gönderiyor bizim komi Esat’la. Esat’tan peçeteyi alıp okuyorum. ’’İstanbul sokakları’’ yazmış ayı. ‘’Ah be kızım’’ diyorum içimden. Şu yanında oturduğun hıyara bir bak. Hem tipsiz hem müzikten anlamıyor. Hicaza girmişiz herifçioğlu muhayyer şarkı istiyor. Peçeteyi gösteriyorum Selim abiye. Yüzündeki ifadeden okkalı bir küfür ettiğini anlıyorum. Atıyorum peçeteyi önümdeki sehpaya. Peşrev biter bitmez Selim abi giriyor şarkıya:

 

-Yalan, yalan, yalan değil…

 

Yalan amına koyim diyorum içimden, her şey yalan. Şarkılar yalan, türküler yalan. Sahnede yüzümüze yapıştırdığımız  gülümseme yalan. Şu güzel hatunun, karşısındaki hıyara gösterdiği ilgi yalan. Gerçek ne diye düşünüyorum. Gerçek sahneden inince başlıyor. Gerçek, programdan sonra mutfağa gidip artıklardan kayıntı yaparken aklıma geliyor. Gerçek, şarkının ortasında yerdeki bahşişleri kafadan hesaplamaya çalışırken suratıma çarpıyor. O yüzden yalanlar daha güzel. Dalıp gidiyorum. O dalgınlıkla 4-5 şarkı çalıyoruz. Selim abinin sesiyle kendime geliyorum:

 

-Bi hüzzam taksim yap.

 

Giriyorum taksime hemen. İçimdeki hüzünden midir, sahneden önce içtiğim bir duble viskiden midir bilmiyorum ama öyle bir tınlatıyorum ki klarneti meyhaneye bir sessizlik çöküyor. Herkesin yüzünde bir keder beliriyor. Bizim hatunun karşısındaki göbekli lavuk bile şöyle bir duraksıyor sanki. Belki karşısında oturan kızı yaşındaki hatundan utanıyor bir an için, belki de bayi toplantısına gidiyorum deyip evde bıraktığı karısını çocuklarını düşünüyor bilemiyorum. Taksimi çok uzatmadan bitiriyorum. Selim abi hemen başlıyor:

 

-Aylar geçti yıllar geçti yok senden bir haber…

 

İki haftadır içerde kalan yevmiye aklıma geliyor. Daha da kederleniyorum. Kalkan kadehlere bakıyorum, şen kahkahaları duyuyorum. Şarkı bitmeden diğerine bağlıyoruz:

 

-Leyla bir özgecandır…

 

Recep kulağıma fısıldıyor o sırada ‘’Ulan mekan ful bir lira bahşiş yok.’’

Ona hak verdiğimi belirten bir iki mimik yapıyorum şarkıyı meyana bağlarken. Gözüm bizim para babasına takılıyor. Yine peçete gönderiyor garsonla bizimki, ama bu sefer katlıyor peçeteyi. Katladığına göre bu sefer bahşiş var diye geçiriyorum içimden. Recep de aynı şeyi düşünmüş olacak ki sırıtarak bana bakıyor. Garsondan peçeteyi alıp açıyorum hemen. Peçeteyi açmamla küfürleri sıralamam bir oluyor. Peçetede şöyle yazıyor:

 

-‘’İstanbul sokakları’’

 

– Tunahan İNAL

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: