kül rengi bulutlar

Yine ağır bir gece. Tüm bulutlar kül rengine bürünmüş. Gündüzün yangınından gökyüzüne kalan bir hediye sanki. Adımlarımı daha da hızlandırdım soğuk kalbime bir mızrak gibi batıyordu. Aslında soğuk değildi kalbime batan, insanoğlunun acımasızlığıydı içimi acıtan. Her yerde yığınla insafsızlık gömülüydü. Sokaklarda, caddelerde o süslü püslü kıyafetlerin altında onlarca kişiye yapılan adaletsizlikler vardı. Bilirim onları her gün sokaklarda gelip geçerler üstü başı biraz eski insan görmeyi versinler hemen boyları iki karış uzar tepeden bakarlar adama. Bir yemek ısmarlar mısınız çok açım desen elinin tersiyle iterler seni, kendi dünyalarına yaklaştırmazlar bile. Sokaklarda ömür geçirmek, aç kalmak, üşümek değildi zoruma giden ya da kirli elbiselerle dolaşmak değil. Zoruma giden, bu insanlarla beraber olmaktı. Yaşamın her yerine nüfuz etmiş bu insanlaraydı garezim. İşte bu düşüncelerle çektim içimi. Her gün olduğu gibi bir gecede daha bu düşünceleri haykırmak iyi geldi. Bu saatlerde pek insan olmaz buralarda insanın yalnızlığı büsbütün su üstündedir. Gündüzün sıcaklığı yerini gecenin yalnız bakışlarına bırakır. Ön cebimi yokladım sigara paketim yoktu halbuki gündüz tanıştığım bir Erzincanlıdan almıştım dopdolu bir paket. Ben ondan bir tane sigara istedim adam tüm paketi ikram etti direttim almamak için bir tanesi kafiydi lakin bu adam öyle cömertti ki yemek dahi ısmarladı. Çok da muhabbet canlısıydı. Normalde bir bankta oturmuş Eminönü’nde o muazzam curcunayı ve hayatın canlılığını izlerken onlarca insan gelir geçer bir bana bakar bir banka bakar oturmazlardı yanıma. Oturanlar da ya çok yorgunlardı nefeslenmek için otururlardı ya da bir şey yemek için ellerinde. Kimsede konuşmazdı “Sokaktaki Adamla” bir öcüye bakar gibi bakarlardı. Bir muhabbet bahsi açmak isterdim biraz fazlaca oturana yanımda, dünya halini sormaya yeltenmeye dur “ya sus be adam” olurdu cevap ya “hadi bey amca” olurdu. Konuşan olurdu elbet hala sokaklarda insanı insan olduğu için seven ve değer veren vardı. Ama bu Erzincanlıya bir sorup bin cevap alıyordum çok hikayeler anlattı birkaç saat içinde ne iyi adamdı be! Paltomun iç cebini yokladım işte orda bir paket sigara. Çakmağım da içinde. Hemen bir tane yakıverdim. Dumanı ciğerlerime değil tüm vücuduma çektim. Adımlarım da ağırlaştı biraz ötede bir büfeye girdim bazı yerler 7/24 açıktır burada. İstanbul burası işte dünyada yaşayan nefes alıp veren şehirlerin sultanı. Birkaç gofret aldım. Herhâlde şekerim mi düştü ne! Perde perdeydi tüm İstanbul gözümün önünde. Sigaramın dumanı olsa dağılırdı, besbelli gözlerimdeydi bulutlar. Hemen açıp yedim gofretleri. Yanında da bir kola verdi büfeci. İkramım olsun dedi. Kırk yılı buralarda geçmiş, bir büfeci. Nerede ne zaman ne olacak az çok tahmin ederdi. Bir bulmacayı en kolay çözen kişi o bulmacayı hazırlayandır. İşte gececi olan bu adam da öyleydi. 70’lik bir ihtiyardı bu büfeci. 80 ihtilalinde gözaltına alınıp işkence görmüş günlerce ve aylarca. O zamanlardan izleri taşıyor suratında. Kulağı da ağır işitir. Biraz sohbet ederseniz sizi o zamanlara götürebilir ruhunda barındırdığı işkence izlerini gösterme fırsatı bulur böylece. Zaten fiziksel işkencenin izlerini görmek için bir gazoz istemeniz yeter muhtemelen gazoz yerine bir tost yapar size. Çok şeyler anlattı bana. Ama en çokta kızının hikayesini. İstanbul’a geldiğinde daha bir bebekmiş kızı. Deniz gözlüm derdi hep. Deniz gözlüm seni hiç unutmadım. Evine baskın olunca karısıyla bunu almışlar gözaltına sonrası meçhul. Birkaç sene içerde kaldıktan sonra salmışlar bunu. Çıktığında ne kızını bulabilmiş ne de karısını. Her deliğe baktım, gitmediğim müdüriyet karakol kalmadı ama yoklar derdi. O son geceyi anlatırdı durmadan son kez yaşadığı mutluluk ve sevinci kızının doğum günü gecesini. Sabahında neler olacağını bilmeden o atılan kahkahaları atardı anlatırken. Belki de bana ve gelenlere hep aynı hikâyeyi anlatmasının sebebi oydu. Her defasında yarım kalmış hikayesini yeni baştan yaşıyordu. Kızı şimdi çıkıp gelse baba dese belki de çok sevinmez. Çünkü o, o küçük kızın masumiyet barındıran gözlerinde kaldı. Bu dünya karşı elinde bir tek o kaldı. Kırk senede onlarca kez soyguna maruz kalmış. Kaç kere kavgaya tutuşmuş şehir eşkıyalarıyla kendi bile hatırlamıyor. İşte o bu pisliğe karşı direncini kızının gözlerinin içinde bulurdu.

 

Hayat! dedim, işte buradayım bir deniz kenarında gecenin bir vakti elimde bir gofret ve bir şişe kolayla karşındayım. Bir hikayesi olmayan bir adamım ben. Ama neden bir hikayem yok benim neden ayrılmadığım bir kızım ya da omuz omuza çatışmadığım arkadaşlarım. Çocuk yaşımdan beri sokaklara mahkûm ettin beni. Kim olduğumu söylemedin bana ya da nasıl yaşayacağımı. Bir yazgı yazmadın bana, tüm şehir benim kaderim oldu. Her sokağında yeni insanlar yeni hayatlar buldum. Ama kendimi bulamadım. Hayat! dedim, seni yaşamak bir lütuftu peki ya senden ayrılmak? O zaman her gece yalnızlığımı nasıl örteceğim. İnsanlardan ayrı olmak, kendi hikayemi yazmaya başlamak mı? Yapamam artık. Ne olduğumu nereden geldiğimi bilmeden yaşanmış 60 koca yıl. Taşıdığım onlarca hikâyenin anlatıcısı olmak isterim öldükten sonra da. Kendi hikayem budur benim. Bir hikâye taşıyıcısı. Her yeri her yere taşıyan adam. Ah be büfeci gene hatırlattın bana kendi hikayemi. Diye serzenişte bulunduktan sonra devam ettim deniz kenarında voltalamaya. Hava iyice bozdu soğuk artık yerini tatlı bir beyazlığa bırakıyordu. Yeni senenin ilk taneleriydi bunlar. Ama ben bu taneleri üzerimde taşımak için çok eskiydim. Köprünün hemen altına sığındım. gelene kadar rüzgârdan bir oraya bir buraya savruldum ama yıkılmadım. Eskiler böyle değil midir sallanır ama yıkılmaz. Nice darbelere göğüs gerer de gene de yıkılmaz. Ta ki bu modern denen zamana karşı. Artık eski falan kalmadı ne sokakta ne de insanın ruhunda. Söküp attılar onu. Kim mi? Yine insan elbette. Birbirine yaptığını bir başka canlıya yapmadı insan. Kendi hırsı için çiğnedi geçti bu eski insanları. Hepsine de birer damga bastı “Gerici”, “Tutucu”, “Bağnaz”, “Gelenekselci”. Modernlik altında öldürdüler insanları. Bir bir köklerinden söktüler nice çınarları da yerlerine çürümüş fikirler peyda ettiler. İşte bugün bunu yaşıyoruz. Sokakta bir selamı esirgeyen, Otobüste, metroda, metrobüste, vapurda saygı nedir bilmeyen bir insan topluluğu ürettiler. İnsanı insana yabancı kıldılar. Kim mi yaptı bunu? İnsanlar. Kim onlar? Kendini tüm insanlığın tepesinde sayanlar.

 

Belki de daha fazla haykıracaktım bu düşüncelerimi değiştirmeyecek olsa da hiçbir şeyi. Söylemek, dile getirmek içimdeki bu hikayelerin sebebini. Bir nebze olsun rahatlatır beni. Ama sanki bu gece daha bir başka. Her gece karanlık olan şu gökyüzü kar taneleriyle aydınlarmış. İşte orada Kül rengi bulutlar gündüzün yangınından geceye bir armağan.

 

-Ekiplerin dikkatine bir ceset ihbarı: 60 65 yaşlarında Galata da köprünün ayaklarında uzanmış bir erkek bedeni. Üzerinde kimlik yok. İhbarı yapanlar çevre muhitten. Ölen bir evsiz. Olay yerine yakın olan birimlerin hemen intikal etmesi bildiriyorum.

 

Belki de onun evi tüm şehirdi. Kim bilir…

 

– Bahadır GÜNSÜR

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: