fatoş bebekBaşak Tarlası

Kulaklarımdan, beynimden, kalbimden gitmiyor. Gitmeyecek de bazı sözler. İlk ne zaman duydum. Sanırım bir kavga anıydı. 10-11 yaşlarındaydım. Annem her zamanki gibi sinirlenmiş, söylediği sözleri duyamaz hale gelmişti. Hani bazı insanların ağzı ile kulakları arasındaki mesafe çok olur, ağzından çıkanlar kulaklarına uğramaz ya annem de bunlardan. Ne zaman birine kızsa tiz sesiyle hiç söylenmemesi gereken şeyleri söyler. Sonrasında pişman olur, ağlar günlerce. Aslında kalbinde zerre kötülük yoktur. Ama kırar, parçalar, dağıtır toparlayamaz bir daha. Beni de bu sözleri büktü, sarstı, dağıttı…

Aslında biz seni hiç istememiştik” hemen arkasından da ekledi “ama doğduktan sonra çok sevdik”. İkinci cümlesi ilk cümlesinin tesellisi gibi. Annem ve babam aslında beni hiç istememiş, hiç istenmemişim. Ne söylersem söyleyeyim kimse anlayamaz ruhumun ne kadar hırpalandığını…

Evin en küçük çocuğuyum. Tüm çocukları kız ya da erkek olan aileler diğer cinsi yakaladıklarında çocuk yapmayı bırakır ya bizimkilerde kız ve erkek çocuğu yakalayıp bırakmışlar aslında. Beni fark ettiklerinde aldırmayı düşünmüşler ama babam inançları gereği aldırmayı doğru bulmamış. Hayat standartlarımız normalin bile altındaymış. Ciddi geçim sıkıntısı çeken bir aileymişiz. Nasıl bakarız, nasıl büyütürüz diyen anneme güzel ülkemizin çocuk söz konusu olduğunda tek formülü olan sözünü söylemiş babam:

Her çocuk rızkıyla gelir.

Boyacılık yapan babam ben doğduktan sonra pazarcılık yapmaya başlamış. Bir nevi rızkımla gelmişim ki ben doğduktan sonra eve her hafta kasa kasa meyve taşımış babam. Şu dünyada en sevmediğim şeydir meyve.

Ağabeyimle yıldızımız hiç barışmadı. Gereksiz yere bana da ablama da sataşırdı. Aslında aramızda 7 yaş vardı. Eften püften sebeplerle kavga eder, bir küser bir barışırdık. Saçımı çeker, paramı alır, seni leylekler getirdi der sürekli beni kızdırırdı. Annem her kavgamıza müdahale eder. Her kavgada da ağabeyimi tutardı. En güzel şeyleri o yer, en çok yemek ona konur, bir şey alınacaksa ilk ona alınırdı. O söz konusu olduğunda dünya dururdu annem için. Askere erkekler değil kızlar gidebilseydi eğer annem onu değil beni gönderirdi buna eminim. Ona sorsan beş parmağın beşi de birdi.

Oysa ben Türkçe kitabındaki şiiri okuduğumda anlamıştım beş parmağın beşinin de bir olmadığını.

Sen hiç korkma serçe kuşu
Suyunu rahat rahat iç
Sıhhat afiyetle uç
İnsanoğlu çeşit çeşit
Beş parmağın beşi bir mi*

O gün günlerden pazardı. Ağabeyim her zamanki gibi arkadaşlarıyla buluşmuş parası bitirince de her zaman yaptığı gibi eve gelmişti. Ablamla birlikte kaldığımız odaya gelip kafasını uzattı.

Ne haber ufaklık?” dedi.

Bana ufaklık demesinden nefret ederdim.

Para var mı sende?” diye sordu.

Aslında param vardı. Yemez, içmez biriktirirdim. Ama bu sefer karar vermiştim kimseye zırnık koklatmamaya. O parayla Fatoş’a kumaş alıp elbise dikecektim hem. Fatoş benim tek bebeğimdi. Yatınca masmavi gözleri kapanan, kalkınca açılan, yanımdan ayırmadığım, uğruna her şeyi feda edebileceğim benim için eşsiz bir bebek. Onunla yatar, onunla kalkar, onunla yer, onunla içerdim.

Var ama vermem,” dedim kararlı bir şekilde.

Yalvardı, yakardı hiç dinlemedim.

Borç olarak ver. Hem sen ne yapacaksın ki parayı?” dedi.

Borç olarak verdiği hiçbir parayı verdiği görülmemişti şimdiye kadar.

Fatoş’a lazım,” dedim.

Dememle Fatoş bebeğimi alıp kaçması bir oldu.

Parayı ver yoksa bebeğini vermem,” dedi. “Hem bu bebek canlı mı ki para ona lazım olsun.”

Vermezsen verme,” dedim ama içim içimi yiyordu.

Kovaladım odasına kadar. Kapısını kilitledi. Bu sefer ben yalvardım yakardım ama nafile açmadı. Odama gidip bağıra bağıra ağladım. Aldırmadı bile. Eninde sonunda verecekti bebeğimi ne kadar çok sevdiğimi bilirdi.

Akşam odamın kapısını çaldı.

Hadi dayanamadım yine al bebeğini.” dedi.

Ayağa kalktım. Kapıya yürüdüm sevinç içinde. Parayı vermediğim için pişman olmuştum. Bebeği elime alır almaz ağabeyim gülmeye başladı. Kahkahalarla gülüyordu. Ağabeyim masmavi gözlerini oymuş, iki gözünü de yerlerinden çıkarmıştı. Biricik Fatoş bebeğim benim yüzümden kör olmuştu. Artık yatınca gözleri kapanmıyor, kalkınca açılmıyordu. Fatoş bebeğimi yatağımın üzerine bırakıp salona doğru yürüdüm. Yolda babamın getirdiği, holde bulunan kasalardan bir tane ayva aldım. Hani hiçbir zaman ağzıma sürmediklerimden. Ağabeyim salonda sakin sakin oturuyordu. Ayvayı yüzüne doğru fırlattım. Tam isabet. Sol gözünden vurmuştum. Dudaklarım verdiğim acının zevkiyle yukarı kıvrılmıştı. Ağabeyim neye uğradığını şaşırarak bağırmaya başladı. Annem bağrışmaları duyup yanımıza geldi. Fatoş bebeğimin gözü diye anlatmaya, açıklamaya çalıştım ama beni hiç dinlemedi. Her zamanki gibi bana bağırmaya başladı. Bu sefer hiç duymak istemediğim sözleri de ekleyerek:

Keşke seni doğuracağıma taş doğursaydım. Bir insan ağabeyine bunu nasıl yapar. Aslında biz seni hiç istememiştik. Aslında seni hiç istemedik. Aslında seni istemedik. Seni istemedik. İstemedik. İstemedik…

Annem tüm lokman hekim reçetelerini uyguladı biricik oğlu için. Çiğnenmiş ekmek koydu, et bağladı gözüne. Benim kalbimde açmış olduğu yaraları hiç hesaba katmadan…

* Şiir Necati Cumalı’ya aittir.

– Başak ARSLAN

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: