I-I Çizgisel Dağılma Hızı
Sıfırdan sonsuzluğa ya da her hangi bir yerden hiçliğe giden bu hengâmede, bir insanın hayatı daima çizgilerden oluşur. Yatay ve dikey çizgiler bunlar, asla tam olarak mükemmel bir doğrusallığa ulaşamayan çizgiler. Kimi zaman birbirleriyle kesişen, çoğu zaman da birbirlerini tamamlayamayan çizgiler. Çarpışıp bükülen veya kırılıp dökülen çizgiler.
I-II Genel Acı
Bazen hayat katliama karşı olan bir infazcı kadar çaresiz bırakıyor düşleri ve herkes kendisine ait olmadığını düşündüğü yaşamlarda sonbahar yaprakları gibi dağılıp gidiyor. Bir balık bir geminin içinde de yüzebilir. Tabii bu gemi fırtınalı bir okyanusun ortasında su almaya başlamışsa. Ve o geminin içindeki mürettebatın artık bir balık ya da martı olduklarına inanmaya ihtiyaçları vardır.
I-III Son Söz
Umut biter, sesler kalır. Hatıralar, kokular, şehirler ve ölü güvercinler. İnsanın içinde binlerce kesici ve yaralayıcı suç unsuru kalır. İçsiz ve namussuz bir iç savaş başlar. Tarih değiştirilemez, ya talih? Her şeyi başlatan sebep bitirenlerle aynı olacak.
I-IV Kör ressam
Zaman uzayın içinde bükülür, insan zamanın içinde dağılır. Ayrıca, aşka düşman şairler de var, Tanrıya inanan ateistler de. Sosyal medyadaki modern çağ filozoflarından bahsetmiyorum bile. S.Ç.S yazan birisi sizi ne kadar çok sevebilir ki? İnsanın doğası temelde bunların tamamını reddediyor. Ancak birileri de gelip ”Mal da yalan mülk de yalan” diyen Yunus Emre’nin fotoğrafını iki yüz liranın üzerine koyuyor. Hayat zaten yeterince karmaşık. Karanlık silahlanmış vaziyette, kendi içerisinde gizlenerek, son bir sarılma için usulca üzerimize geliyor. Gülümseyerek, bağırarak, duvarları yumruklayarak hatta küfrederek.. Tanzimat edebiyatı şairleri bugün yaşasalardı eğer, birey için toplum mu toplum için birey mi sorusunu tartışırlardı.
I-V Temel Kavramlar Üzerine
Aşk, tüm yaşanılanları toparlayıp sıfırla çarpmaktır, merhamet ise hataların bir kısmıyla ilgilenir. Kim ne derse desin, adalet insanı insandan korumak için ortaya konulan bir düzendir, çünkü sizi sivrisineklerden koruyamaz. Aşk, adalete daima kuşkuyla yaklaşır, terazinin hep eşitsiz olduğunu düşünür. Adalet ise merhamete bir parça kuşkuyla yaklaşır, çünkü katili öldürenin de artık bir katil olduğunu bilir. Bu üç farklı kavramı görünmez iplerle birbirine bağlayan ana unsur ise insanın içinde yükselen ve ya alçalan bir binadır. Bu binanın; taşı da, tuğlası da, toprağı da, suyu da, ter döken işçisi de içinde yaşadığı insan olsa da, adı vicdandır. Vicdan; aşk, adalet ve merhametin karanlığına hızla yaklaşan bir ışıktır. Uçsuz bir tünelin içinde mahsur kalan zavallıya yaklaşan tren ışığı ya da ürkütücü bir siren sesi gibi değil. Farklı fikir ve düşüncelerine karşı tanrısal bir saygısı olan sonsuz bir aydınlanma ışığı gibidir. Dostoyevski bu yüzden suç ve ceza da temel olarak şu düşünceyi anlatır. Suçun cezasından kaçabilirsin ama vicdanın azabından kaçamazsın.
I-VI Kapitalizmin Elçisi – İnsanlık.
Bob Marley, son nefesini vermeden önce oğlu Ziggy’e ”Money can’t buy life” demiş, “para hayatı satın alamaz.” Çağımızın hastalığı, fazla ve daha fazla…
Her birey; tüm müttefikleri ile İletişim ağı koparılmış, tüm tersanelerine girilmiş, tüm kültürel mirası işgal edilmiş, zihninin her köşesi zapt edilmiş ve savaşın ortasında tüm cephane ve mürettebatını kaybetmek üzere olan gururlu bir komutan gibi bekliyor. Neyi? Bu Tıpkı, elimize tutuşturulmuş bir balta ile içimizdeki ormanın bütün ağaçlarını kesip son ağacın gölgesinde dinlenmek gibi bir şey, oysa Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı kesebilir, belki de bundandır çıldırmış nefretimiz ve önemsediğimiz tek duygunun iç güzellik olduğunu iddia etmemiz.
Kapitalizm: iç güzelliği önemsediğini iddia eder ama hırsızlıktan girdiği cezaevini de soymaktan geri kalmaz. Asıl olan şudur: mutluluk, insanın içinde başlayan bir devrimdir, pili bitmek üzere olan bir cep telefonuyla ortaya çıktığını hiç zannetmiyorum.
I-VII Kelebek Etkisi
Karl Marx ”Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir” diyor. Biz ise, seyyar satıcıların bile uğramadığı toplu konutlar da ve ya insanların birbirlerinin gözlerinin içine dahi bakmadığı apartman boşluklarında, yaşadığımızı iddia ediyoruz. Belki güçlüyüz ama dağılmış vaziyetteyiz. İçerisinde bulunduğumuz sisteme, doğrudan ya da dolaylı olmak üzere düzenli olarak karşı çıkıyoruz. Ama eski bir sokağın ortasında kıyasıya mahalle maçları yapılırken, sonucunu değiştirebileceğimiz oyunlara girmiyoruz. Tıpkı bir hayalet gibi kaldırımlardan geçip gidiyoruz, tezahürat bile etmiyoruz. Zaten bu sayede, karşı çıktığımız sistemin sigortasız ter döken işçileri, emektarları olduk. Oysa Konfüçyüs iki bin beş yüz yıl önce ”karanlığa söveceğine, kalk bir mum yak” demiş. Diğer yandan, felsefi bir görüş ise, Çin’de kanat çırpmaya başlayan bir kelebeğin meydana getirdiği etkinin zamanın içinde dağılarak ABD’de bir kasırgaya neden olabileceğini söylüyor. Buna kelebek etkisi deniliyor. Belki de Franz Kafka, hukuk bitirip avukatlık stajı yaptıktan sonra buna bağlı sebeplerden ötürü edebiyata yönelmiştir.
I-VIII Tiner Banyosu
Bir müptezel gibi bağlı olduğun kişileri kendi ellerinle toprağa gömmediysen ya da metropollerde kopan yaygaraların ortasında bu denli yalnız kalıp sigarayı sigarayla yakmaya başlamadıysan henüz ne açlıktan ölmek üzere çocukların solgun renklerini anlayabilirsin ne de bir şairin gizli amacını. Gidenle gidemezsin bazen, kalmak isteyenle de kalamazsın. Ölenle ölünmez derler, yaşama devam edersin yaşayamazsın. Ait olmadığı limana demir atmış bir vapurun önünde bekliyor insanlar. O vapur sonunda demir alacak. Bir daha geri gelmeyecek bir vapur bu, çünkü nereye gittiğini bilmeyen bir yolcu her yere gidebilir, tek bir bilet vardır elinde ve kaçaktır yeryüzünde. Bazı yolculara göre iyileşmeyi gösteren olgular toplum içinde mutluluğu getiren sebeplerle aynı ama toplumsal algılar ve değerlerin yozlaşması hepimizi çürüten sebeplerle aynı olacak…
I-IX Çarpık Galaksileşme
Şehir esnafı tarafından işgal edilmiş kaldırımlarda ve kalabalığın birbirleriyle çarpışan gölgeleri arasında ilerlerken, merhamet dilendiğim ve kırılmış bazı kaldırım taşlarının üzerinde ve süngerine kadar çekilmiş izmaritler altında toprak görebildiğim için gözlerimin dolduğu o anı düşünmek şimdi. İstanbul’da betonun ve kör pencerelerin ortasında hala ihtişamlı bir şekilde nefes alabilen boğazın kenarında toprak görebilmek. İnsan duygulanmadan edemiyor böyle şeylere. Her şeyden muaf ve hür, eşsiz ve bütün kötülükleri değiştirmeye hazır bir kız çocuğu, o anın ortasında babasının elinden tutarak ve biraz mahcup ”Babaa kuşlayy neden uçuyoyy”diye soruyor. Yeryüzündeki bütün pislik kanatlanıp gökyüzüne karışmaya başlıyor. Adalet kavramını elinde bulunduranların daha vicdansız ve görgüsüz ezilenlerin ise her zamankinden daha güçsüz olduğu şu boğazımızı gırtlaklayan çağda artık insan neye üzülüp neye yanıt arayacağını tam kestiremiyor. Oysa bir yanıt ait olduğu zamanda verilmelidir, aksi halde bir ukte gibi boşluk bırakır insanın içinde, büyür giderek. Buna bağlı olarak da hayat, çengel bulmaca gibi boşluk doldurma çabalarından ibaret olmaya başlar. Gittikçe karmaşık bir hal alır, çözülemeyerek. Ama zaten, bir insanın hayatı da bütün yanıtları kendisinin bulabilmesi için yetersiz değil midir? Mesela bu yüzden, felsefenin yığılarak ilerlediğini söylemişler. Bazı yanıtlarda hiç bulunamaz. Bu yüzden de, felsefede soruların yanıtlardan daha önemli olduğunu söylemişler. Biraz tuhaf değil mi?
I-X Dert Kotası
”Tu me manques” Fransızca da sen bende eksiksin anlamına geliyor. Yani Fransızca da tam olarak seni özledim diyemiyorsun. Bir çok şey gibi özlemenin de eksilmek anlamına geldiğini ifade ediyor. Daha fazla eksilmemek ve derdimi anlatabilecek kadar yabancı dil öğrenmeye karar verdim. Kelimeleri kesip yapıştırmak için makas ve bant aldım, ama makası açmak içinde makas gerekiyormuş. Bu sayede dert denilen kavramın içinde hızla gelişmekte olan bir endüstri olduğunu keşfettim. Sen gittin bu çılgın dünya düzeni daha berbat bir hale geldi sevgilim.
I-XI Eşitlik Fikri
Birhan Keskin o muazzam eseri taş parçalarında “Aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir” diyor, aklıma gelen ilk şey neden eşitlenmediği değil , neden iki kişi arasında olduğu.
Ahmet ADAR
Akıcı üslup, doğru saptamalar. Tebrikler…