Yeryüzünün kendi karmaşıklığı içerisinde kadına bir yer bulmaya çalışıyor; lakin bulamıyoruz. Ataerkil dünya düzeni içerisinde kadına mutfak dışında pek bir yer bırakılmamış gibi görünüyor! Dolgun dudaklar, uzun saçlar ve biraz makyaj, biraz da kıyafetle süslenmiş bir et parçası. Yüreğinden, isteklerinden, düşüncelerinden bihaber yaşadığın, soluna değil koluna yakışmasına dikkat ettiğin bir et parçası… Oysa öyle mi? Kadınların her gün yeniden keşfedilebilecek topraklar olduğu gerçeğine herkesin mi kulakları kapalı? Düşünceleri ile toprağı filizlendirebilecek, yürüyüşü ile geçtiği yerde rüzgâr estirebilecek, bedeniyle, özgürlüğüyle, kadınlığıyla, arzularıyla, hırslarıyla ‘Bak, ben buradayım ve burada yapmak istediğim şeyi yapabiliyorum!’ diyebilecek olan kadınların. Peki ya kıymeti biliniyor mu kadının? Buna cevap vermek, bakmak yerine görmeyi tercih eden birisi için basit olsa gerek: ‘Hayır’. Çünkü erkekler sevebileceği kadınlardan ziyade sahip olabileceği, söz dinletebilecekleri edilgen kadınlar isterler. Kusurlarını yüzlerine vurmayan, kendisi ile idare etmesini bilecek, söz geçirebilecekleri kadınlardan bahsediyorum. Kadınları ömürlerine, hayatlarına katmak yerine bedenine katılmak isterler. Onlara sınırlar çizdikten sonra, ‘bak burası senin alanın, bunlar ise senin görevlerin!’ diyerek bir hayatı paylaştıklarını sanırlar. Yani bölüşmeyi paylaşmak sanırlar. Kadının ona olan sevgisinden yararlanır, ona biçtiği kaftanı giydirmeye çalışırlar. Bu kaftanı giymeyi reddeden kadınları ise ötekileştirir, kendini eksik ve hatta yarım hissetmesini sağlarlar. Bu durumda bırakılan kadın öteki yarısını aramaya çıktığında fark eder ki; aslında diğer yarısını değil kendini, kısık sesle telaffuz edilen kadınlığını buluyor. Tam olmaktan ötesi olduğunu, içinde başka diyarlara açılan kapılar olduğunu ve buraya kamp kurup kendine açılan yeni pencereleri bulması gerektiğini fark ediyor. Kalıplara sığdırılmaya çalışılanın o değil, tüm dünya olduğunu fark ediyor. Cinsiyet karanlığında kaybolmak yerine kendi ışığını bulabileceğini anlıyor. Üstü örtülen kadınlığını kendi rüzgârında savrularak arıyor. İçinde kaybolan kadınlığını buluyor dışarıya göstermek için can attığı. Kendisine en yakın dost toplumuna ise yara oluyor; asla kabuk bağlamayacak türden.
Şeyma Bulat