Sofya Kooperatif Tiyatrosunun zarif dansçısı tek başına koca sahneyi doldurmaya yetmişti. Tüm misafirler pür dikkat kesilmiş bir yandan dansa, bir yandan müziğin en can alıcı yerinde notaların büyüsüyle piyanoya kaptırmışlardı kendilerini. Ön sıranın ortasından oturan beyefendi, şüphesiz bu gösteriyi izlemeye gelen en ağır misafirdi. O da herkes gibi gösterinin büyüsüne kaptırmıştı kendini. Bir ara kalabalığın içinde yalnız kalmak istercesine gözlerini kapattı. “ Ah Miti” diye fısıldadı. Ve tekrarladı “ Ah Miti.

Sıkı sıkı kapattığı gözlerinin önünde bir anda değişmişti görüntü. Yıl 1913. Şehir Sofya. Şehir kulübünün büyük balo salonunda ülkenin ileri gelenleri için bir kıyafet balosu tertip ediliyordu. O zamanlar Genç bir Osmanlı Subayı olan beyefendi, Sofya’nın bürokratlarına, kıdemli askerlerine ve aydınlarına geçmişin şanlı günlerini anımsatmak için olsa gerek, İstanbul’dan hususi getirttiği yeniçeri askeri kıyafetiyle tüm dikkatleri üzerinde toplamıştı. Davetlilerin bakışlarının farkında olarak daha dikkatli davranması gerektiğini biliyordu. Zaten çocukluğundan beri davranışlarında hiçbir zaman aşırılık yoktu. Tanıştığı yeni insanlar, özellikle O konuşmaya başlayınca hayranlıklarını gizleyemiyorlardı. Üzerindeki kıyafetle 14. yüzyıldan yıllardan fırlamış gibi görünen bu genç Osmanlı subayı anadili gibi Fransızca konuşuyordu. Hatta merakına yenik düşen İspanyol büyükelçi henüz Avrupa da yeni icat olan ayaksız bir fotoğraf makinesi ile Onun fotoğraflarını çekmişti. Yıllar sonra bu fotoğraf büyükelçinin koleksiyonunda yer alacaktı.      

Geniş ve bir o kadar yüksek olan balo salonun giriş kapısının bulunduğu tarafta bir hareketlilik yaşanıyordu. Belli ki balonun ağır misafirleri yavaş yavaş teşrif etmeye başlamışlardı. Tüm dikkatlerin o tarafa kaydığı esnada omzuna dokunan bir el hissetti. Bu elin sahibi büyükelçi olarak Sofya’ da bulunan arkadaşıydı. “ Merak etme, gelen kişiyi cepheden tanıyorsun. Balkanlarda birbirimize karşı savaşmıştık.” Burada söze gülümseyerek devam etmişti dostu “ Hayat çok tuhaf oyunlar oynuyor bize, dün kanlı bıçaklı, barut kokulu cephelerde birbirimizi boğazlamak için fırsat kovalarken şimdi parfüm kokulu bir balo salonunda bir birimizi reverans ile karşılıyoruz.” Ne diyeceğini bilemeden arkadaşına hak vererek dinlemişti Onu.

Biraz sonra salonun uzak köşesinden ruhlara huzur veren bir piyano sesi yükseldi. Bir anda tüm dikkatler oraya kaydı. O gece öğrenmişti piyanoyu çalanın Dimitrina Koveçeva olduğunu. Piyano resitali devam ederken bu soyadının etkisi ile olacak huzursuzdu. Bu güzeller güzeli hanımefendinin ailesinden olan Stilyan Koveçeva Bulgarların en tanınmış komutanlarındandı. Dostunun da söylediği gibi bu adı “cepheden” tanıyordu.

İçinde bulunduğu huzursuzluk çok geçmeden yerini heyecana bırakmıştı ki bu heyecanı daha önce hiç tatbik etmemişti. Büyükelçi dostu, sağında Komutan Stilyan solunda Dimitrina ile beraber kendisine doğru ilerliyorlardı. Nazik bir selamlama ile tanıştırıldılar. “ Arkadaşım Sofya Askeri Ateşemiz, hanımefendi de az önce piyano ile harikalar yaratan Dimitrina yani Bayan Miti. Beyefendi, Savunma Bakanı Stilyan Koveçeva. Hanımefendinin Babası” Bu tanışma biraz sert olmuştu. Bu naif duruşlu güzeller güzeli hanımefendinin babası, Bulgar ordusunun en sert komutanlarından biri olsun, çok sarsıcı olmuştu doğrusu. Ayrıca kıdem olarak kendinden çok yüksekte olan birinin böyle bir davette yanına kadar gelip kendisi ile tanışmış olması da hayra alamet değildi.  

Gecenin ilerleyen saatlerinde uzun uzun konuşma fırsatı bulmuştu Miti ile. Bu gece bitmesin, saatin kadranında akrep ve yelkovan öylece kalsın istiyordu. Yıllardan sonra kandan irinden, barut kokusundan, siyasi ve askeri çekişmelerden uzakta, bir imparatorluğun son demlerinin vermiş olduğu huzursuzluk ilk defa yerini huzura bırakmıştı. Akıllarına gelen her şeyden konuştular gün aydınlana dek. Miti, aslında babasının piyano ve müzikle ilgilenmesinden rahatsız olduğu, değişen dünyada aldığı eğitimin kendisini bir yere getireceğini anlattı uzun uzun. İstanbul’dan konuştalar Pera’dan, Pierre Loti’den, Beyazıt Meydanından...

O günün ertesinde işleri elverdikçe – ki bu çok nadiren gerçekleşiyordu- bir araya geldiler. Bayan Miti’ye daha bir askeri lise öğrencisi iken şiir yazdığını ve kıdemli bir subay tarafından “ Gül tutan el sıra cepheye gelince tetiğe basamaz” diyerek kendini azarladığını anlattı. Bu yaşına kadar bu hadiseyi hiç kimse ile paylaşmamıştı. Ama Miti başkaydı güvenmişti sevmişti Onu.

Gün gelip Sofyadan ayrılma vakti geldiğinde Miti’yi ardında bırakmak zorunda kalmıştı. Büyükelçi dostu Bayan Miti’nin babası ile görüştüğü iki görüşmede de çok sert cevaplar aldığını hayal kırıklığı ile haber vermişti kendisine. Savunma Bakanı Komutan Stilyan Koveçeva’nın tavrı gayet sert ve kesindi. “ Ben cephede boğaz boğaza geldiğim, binlerce askeri topraklarında kaybettiğim bir devletin yetiştirdiği adama kızımı vermem. Bu evlilik mevzusuna şiddetle karşıyım. Arkadaşınıza aynen bu şekilde iletin.” demişti. Çok geçmeden Miti’nin Sofya’nın sayılı iş adamlarından biri ile nişanlandığı haberini almıştı.

Bir anda bu hülyalı iklimden bir burun sızlaması ile kedine geldi. Büyük bir şaşkınlıkla gözlerini açtı. Sahnede Sofya Tiyatrosunun oyuncuları, sağında ve solunda seyirciler… Yüzünde acı bir gülümseme ile yeniden tekrarladı “Ah Miti.

O gece tiyatro oyunu bittikten hemen sonra kulise oyuncuları tebrik için girdiğinde oyuncular ile Sofya hakkında, orada geçirdiği günleri ve dostluklarını anlatırken hem duygulanmış hem duygulandırmıştı. Konu nihayet dönüp dolaşıp Miti’ye geldiğinde akıcı aksanı ile oyuncuların gözlerinin içine bakarken ağzından şu cümleler döküldü Mustafa Kemal Atatürk’ün “ Bir kız sevdim Sofyada, evlenmemize ailesi izin vermedi. Gençliğimi bıraktım Sofyada…”

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments