Rönesans çağında, hikâye anlatımının yasaklandığını, anlatıcıların halkı düş gücüne, hatta bir “düşün gücüne” inandırdıkları için idam edildiklerini biliyor muydunuz? O dönemde, masallar sadece çocuklara anlatılan masum hikâyeler değil, insanın dünyayı algılayışını değiştiren, onu sorgulamaya, hayal etmeye ve düşünmeye sevk eden güçlü araçlardı. İktidarın, masalların büyüsünden korkmasının nedeni de belki tam olarak buydu: Kelimeler dünyayı değiştirebilir, hayaller gerçeğe dönüşebilirdi.

Masal Kadın işte bu yüzden anlatmaya devam etti. Çünkü hikâyeler susarsa, gerçekler de silinir. Onun yolculuğu, yalnızca bir anlatıcının değil, kendi hakikatine ulaşmaya çalışan bir ruhun yolculuğuydu. Bir gün, anlatacağı masalı dinleyecek kimse kalmadığında bile, o kendine anlatmaya devam etti. Ve böylece Şahmeran’la karşılaştı.

Şahmeran’a, kendi efsanesini anlatırken aslında kendisini anlatıyordu. İnsanların ihanetinden kaçıp yeraltına çekilen, bilgeliğini saklayan ve yalnızca seçilmiş olana görünmeyi seçen Şahmeran, belki de Masal Kadın’ın ta kendisiydi. Onun kaderi, Şahmeran’ın kaderine bağlıydı. Kendi varoluşunu anlamak, kelimelerin, anlatıların ve masalların gücünü kavramaktan geçiyordu.

Ve bir gün Masal Kadın fark etti: Hikâyeler yalnızca geçmişi anlatmaz, geleceği de kurar. Yasaklansa da susturulsa da bir masal, bir kez anlatıldığında asla ölmez. O hâlde, kendi aydınlanmasına giden yol, anlatmaya devam etmekti. Şahmeran’ın efsanesini Şahmeran’a anlatırken, aslında kendi hikâyesini de baştan yazıyordu.

Kim bilir, belki de bizler, masallarını unutanlar, hala kendi Şahmeran’ımızı arıyoruz. Ve belki de bu yüzden, anlatılacak yeni masallar bulmalıyız.

Hikaye ve masal anlatıcısı olarak içine doğduğum bir çağ vardı. Ve ben bu çağa ait hissedemiyordum kendimi. Bu zamana ait olmayan bir benlik taşıyordum. Ve dünya gailesi öyle bir yordu ki durdum. Sustum, yazmadım, anlatmadım, sohbet etmedim.

Ephesus Antik kentine yolum düştü bir gün. Bu şehirde yaşamak kim bilir ne görkemli olurdu. Zamana, çağa ve çağ yangınına yaşamların gün gelip son bulsa dahi, sanatın, bilimin, aydınlanmanın, düş gücünün hiçbir zaman son bulmayacağını haykırıyordu.

Luvilerin zamanında bir masal, hikaye anlatıcısı olmayı , Rönesans Çağı’nın aydınlanma çağrısını omurgama yerleştirip sustum.

Ait olamadığım çağların çağ yangınına yaktığım ağıt ile sustum…

O sustuğum zamanın bir dolunay vaktinde,

Öyle bir şey oldu ki;

Uçsuz bucaksız bir karanlıkta , yerin yedi kat dibindeki bir mağarada yürürken Meranlar dört bir yandan kuşattı etrafımı.Bu kadar çok yılanı ilk kez bir arada görüyordum.  Rengarenkti hepsi.  O eşsiz güzellikteki yılanlar sürünmüyor benimle beraber yürüyorlardı.

– Biz de seni bekliyorduk çok geç kaldın dedi kırmızı yılan.

-Özür dilerim, yolumu kaybetmiştim dedim.

-Yaşlı Mercan Yılanı

-Bazen bulmak için önce kaybetmek gerekir dedi tıslayarak.

Korkarak,

-Beni nereye götürüyorsunuz diye sordum,

-Gidince görürsün dediler.

-Sonsuz karanlığı aydınlatacak bir ışık ve bu ışıkta yılanların gözbebeklerinde kendi yansımamı arıyordum. Bir yılanın gözlerinde kendini aramak. Daha nasıl bir yolculuğa çıkabilirdim ki, Daha nasıl kaybolmuş olabilirdim.

Acaba hala aynı bedende miyim? Hala Albina mıyım? Hala Mavi Kuş muyum? Bende mi yılana dönüştüm? O kadar hızlı hareket ediyorlardı ki ne kadar çabalarsam çabalayayım rengarenk iri gözlerinde kendimi görmeyi başaramıyordum.

Tıslama sesleriyle beni getirdikleri karanlık geniş alan gökyüzünden dolan ışık huzmeleriyle aydınlanıyordu. Ortada  küçük bir göl vardı. Yerin yedi kat dibindeki mağara da suyu parlayan küçük bir göl. Gölün içinde pulları parlayan rengarenk yılanlar. Onlar suyun için de öyle bir ahenkle yüzüyorlardı ki, adeta yüzmüyorlardı dans ediyorlardı. Ayağımın dibindeki suya girmek arzusuyla bir adım attım, sonra bir adım daha. Ve işte o zaman gördüm onu

Gölün ortasında küçük bir toprak parçası vardı ve bu toprak parçasının üzerindeki tahtında Şahmeran  oturuyordu. Nasıl güzel görünüyordu. Büyülenmiştim ve bana gülümsüyordu. Ben bir adım daha attım. Ayak baş parmağım suya değdi. Suyun soğukluğu tüm hücrelerime yayıldı bu küçücük temastan  öylesine bir üşümeyle sarsıldım ki

-Sakın bir adım daha atma dedi sağ tarafımdaki beyaz yılan. Gölün içindeki su yılanları zehirlidir.

Korkuyla geri çektim ayağımı. Üşüyordum, korkmuştum ve tek istediğim kendi yansımamı görüp hala bir insan olduğumdan emin olmaktı. O yüzden suya yaklaşmıştım. O berrak suda kendi yansımamı görme çabam bundandı..

-Bir ses beni azat eden bir ses tüm bu düşüncelerden, korkudan alıp kanatlarına saran bir ses.

-Ey insanoğlu yerin yedi kat dibindeki mağaramda ne işin var, dedi.

-Belki birazdan beni öldüreceklerdi, fakat ben hala insan olduğum için seviniyordum, bir yılanın gözünde, zehirli su yılanlarının yüzdüğü suyun aksinde aradığım cevabı bana tahtında oturan şahmeran vermişti.

-Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum, gözlerimi açtığımda buradaydım dedim

-Şu an senin gözlerin açık mı diye sordu.

-Evet seni görebiliyorum o halde gözlerim açık dedim.

-Güldü ve gülerek sordu. -Beni biliyor musun

Öyle güzel görünüyordu ki, bu güzelliğe kapılıp bir adım daha attım suya. Suyun soğukluğu ile yine sarsıldım .Oradaydım ama değildim, yakındım sesini duyacak kadar, uzaktım asla dokunamayacak kadar.

-Seni biliyorum sen Şahmeransın. Bütün evlerin duvarlarında asılı duran antika halılarda, tablolarda her yerde varsın. Ama ben seni daha derinden biliyorum. Zümrüdüanka’nın asi nehrinden sana su taşıdığını ,bu sudan içtiğinde dostluğunuzun başladığını biliyorum. Ve Ephesus  şehrin de Çukurova’da  Kralın adamlarının seni öldürdüğünü anlatırlar. Bu hıyanetin efsanesi ruhumu çok sarstı. Bu ölüm beni çok üzdü…

-Ama sen yaşıyorsun dedim

-Belki de sen öldün ve biz başka bir alemde karşılaştık olamaz mı dedi..

-Eğer gerçekten öyleyse ben hep bu alemde kalmak istiyorum burası çok güzel dedim.

-Modern Camsab, o bitki şifacısıydı sen ise lisanın ile şifa dağıtıyor muşsun…

-Evet ben hikaye, masal, efsane anlatıyorum…

-Beni de anlatıyordun o kadar zaman oldu ki sustun. Bu suskunluğunun ne zaman son bulacak diye sordu.

-Anlatsam kim dinler beni, Hem ben  öyle çok öldüm ki, deprem oldu, çok canlar kaybettik. Yolumu kaybettim.

-Buradasın ve gözlerin kapalı iken beni görebiliyorsun . Hadi anlat senden kendimi dinlemek istiyorum dedi.

-Anlatıyordum ve zihnim anlattıklarımı kendi bildiğim lisana çeviriyordu. Çünkü ben başka bir lisanda konuşuyordum. Bu lisanı daha önce hiç duymamıştım. Hiç duymadığım bir lisan da ,yılanların ortasında Şahmeran’a Şahmeranı anlatıyordum.

-Gözlerim hala sımsıkı kapalıydı, gün ışığı gözlerime vuruyordu. Hani az önce o karanlık dipsiz mağarada  gözlerim açık bir şekilde Şahmeran’a kendi efsanesini anlatan ben değil miydim. Gözlerimi sımsıkı kapattım.

Yine uyumak istiyordum. Uyudum Şahmeran beni sırtına almış , gökyüzün de bir bilinmezliğe doğru uçuruyordu.

Hiç bilmediğim bir antik şehre geldik.

-Bak bu antik Şehre bu şehrin kütüphanesine . Burada öyle söylenceler vardır ki herkesin kendine özgü bir meseli vardır belki de.

Her çağa uygun olan bu meseller kadim ya da modern çağa göre sonsuz sayı da sözlerdir.

Masal kadın düş içinde düş gördüğünün farkında,

Gördüğü düşten uyanmak istemeyecek kadar gördüğü düşe sevdalı;

-Ne denilebilir ki şu dünyaya…

İnsanlık için hala gözyaşı döken birileri var.

Ben gözyaşlarımı bu topraklarda bırakıp uyanmak istemiyorum. Yolumu kaybettim önce Kilikya, şimdi ise EPHESUS..

Ne yapacağım bura da diyebildim.

ŞAHMERAN;

Burada sana bir emanet verilecek. Bu emaneti aklına, ruhuna, kalbine kazıdıktan sonra uyanacaksın.

-Böyle söyleyip yok oldu. Bu ıssız yalnız şehirde tek başıma kalmıştım.

Burası çok büyük bir kütüphaneydi. Zamanın tüm meselleri anlatıldı. Son mesel anlatılırken uyandım.

Bu düş Rönesans’ı engellemeye çalışan kallavi kötülüğün mihverini kuşatanlardan korkmamla başlıyordu.

Açmaya direnerek gözlerimi, o son meseli de dinlemenin umuduyla tekrar kapattım .

Gözlerim kapalıyken ben bir düşe, bir aydınlığa ve kendi aydınlanma çağıma uyumuşum meğer…

Bu düşten uyandıktan sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı benim için…

Düşüne uyuyup , gördüğü düşe uyananların çağıdır Nar çağı. Onlar eksilmez, çoğalır, çoğaltır. Aydınlanır ve aydınlatır karanlığı. Karanlığın içindeki aydınlıkla doğanların zamanları nar zamanları…..

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments