Babamı hiç tanımadım, kendisi soğuk oturma odasındaki bir fotoğraf albümünün içinde siyah beyaz genç biri olarak duruyor.
Babam, bir akşamüstü ayçiçeği yağı almak için çıkmış evden. Annem patatesleri kesmiş, tavayı hazırlamış, babamı beklemeye koyulmuş. Ben o ara beşikte mışıl mışıl uyuyormuşum. Babamın dönüşü uzayınca annem patatesleri tuzlu suya koymuş kararmasınlar diye. Hava iyiden iyiye kararmış, ne gelen var ne giden, annemi afakanlar basmış. Bakkala telefon etmiş. “Benimki ne zaman çıktı,” diye sorduğunda, bakkal “Hiç gelmedi ki abla,” demiş. Annem beni kucakladığı gibi terk etmiş evi. Ne garip değil mi? Eve dönmeyecek bir adamın gelmeyeceği evi terk etmek. Annem terkedildiğinde yirmi bir yaşındaymış, bense daha yaşımda bile değilmişim.
Ne filmler döndüğünü yıllar sonra annemin şimdilerde konuşmadığı bir arkadaşından öğrendim. Babam bir zamanlar genç kızların sevgilisiymiş, onlardan biri de annemmiş, yolunu gözlermiş babamın, motor sesi duyar duymaz camda bitermiş.
Bir ikindi vakti babam ağzında sigara havalı havalı sokaktan geçerken motoru yeni dökülmüş mıcıra kaptırıp devirince, annem kan revan içinde kalan babamın yardımına koşmuş. Avlunun önündeki sokağa bakan divana oturtmuş onu, elini yüzünü yıkamış, su vermiş. Annemin eli babamın eline değdiğinde olanlar olmuş. Bir süre gizli kapaklı görüşmüşler, mevzu dedemin kulağına gidince dedem küplere binmiş, serseriye verecek kızım yok diye inletmiş evi. Annem bakmış dedemin yumuşayacağı yok, babama kaçmış. Dedem hiç istememiş bu evliliği, hiç haz etmemiş babamdan çünkü. İki kaşının ortasındaki derin çizgi annemin babama kaçtığı o gece derin bir yarığa, hatta vadiye dönüşmüş. Dedem o vakitten sonra, annemin ismini geçirmemiş evin içinde ama iki kaşının ortasında taşımış onu.
Babamı tanımadım dedim, bu doğru fakat, görüşmüşüz bir sefer. Üç yaşımdaymışım. Denize nazır bir çay bahçesinde buluşmuşuz. Annem süslenmiş püslenmiş, benim saçlarımı limon suyuyla yana yatırmış, babamla buluşmuşuz.
Bir oyuncak tabanca almış babam. Kısa süre sarılmış sözde bana. Bir fotoğraf çekinmişiz, benim elimde oyuncak mavi bir tabanca, önümde bir yedigün şişesi, ağlamış gibiyim, tanımadığım bir adamın sevgi gösterisinde bulunduğundan olsa gerek. Yegane aile fotoğrafımız. Bir kadın bir erkek ve aralarında ben.
O yaşlı fotoğrafın üzerinde kim bilir kaç göz gezdi, fotoğrafın başına neler geldi? Bazı yerleri buruşuk, kaç öfke patlamasına karşı koydu? Ne kadar buruşmuş olursa olsun, yüzlerimiz belli oluyor hala…
Annem, o gün babamın geri döneceğini düşünüp gitmiş çay bahçesine, babam oralı olmamış. Benden bir makas almış, anneme son bir el sallayıp gürültülü motoruna atlayıp gitmiş. Annem yirmi üç yaşında yaşlı bir kadın olarak almış beni kucağına, sarıla öpe mahalleye kadar getirmiş. Ağla ağla bir hal olmuş, fenalaşmış. Onu puslu camların ardında veya evin kuytularında yaşlı gözleriyle ve iniltileriyle hatırlıyorum.
Annem evde çocuğuyla göze batmaya başlayınca, konu komşu güzel kız, çocuk büyümeden bir kısmet bulalım demiş ama annem oralı olmamış. Çalışmak istemiş. Annemin kolunda altın bileziği olmadığından, o yaşına kadar bildiği tek şey motosikletiyle sokaktan geçen deri ceketli bir adamı sevmek olduğundan, bir fabrikaya sokmuşlar annemi.
Beni anneannem büyüttü. Sayı saymayı, tekerleme söylemeyi öğretti bana. Top oynamak istediğimde kaleye geçti, hastalandığımda başımda bekledi. Annemden kaçırarak büyüttü beni, belki bu sayede o da kızından kaçma fırsatı buldu. Bu herkes için hayırlı oldu, annem sadece boşlukta yer kaplayan ve zorunlu olmadıkça konuşmayan bir kadındı çünkü.
Kendimi hatırladığım ilk an bana acıyan komşuların tertip ettiği bir doğum günü. Annem bir kaç fotoğrafta omuzlarıma ellerini koymuş. Sadece var, ne gülümsemesi ne de canlılık belirtisi var. Her pozu fotoğrafa sonradan eklenmiş gibi.
Çok fazla oyuncak gelmişti doğum günümde, adeta beni iyileştirmek için bir kermes düzenlenmişti. Kalem kutusu, kitap, top, kırtasiye malzemeleri, oyuncak arabalar, kokulu silgiler, içine su konulunca bülbül kesilen testilerden gelmişti, bir de motosiklet oyuncağı. Oyuncakların arasından motosikleti seçip oynuyorken annem elimden alıp duvara çalmıştı motosikleti. Ağladığımı, annemin ağladığını, anneannemin ağladığını hatırlıyorum. Sonra annem zorla sarılmıştı bana. Annem artık hem anne hem de trikotaj kokuyordu diye geçirmiştim içimden yıllar sonra….
Ben dünyaya gelmemiş olsaydım, annem bu başarısız evlilik sonucu evine tek başına dönmüş olsaydı belki de yaşananlar göz önünde olmazdı. Unutulurdu her şey fakat benim varlığım evde durmadan dolanan bir motosiklet gibi geliyordu insanlara. Herkesin sevdiği, el üstünde tuttuğu, ete kemiğe bürünmüş, suçsuz bir günah gibi duruyordum.
Dedem istemediği bir adamın dölü olmamdan ötürü bazen bana babammışım gibi baksa da, ben yüreğindeki ağaca konduğumu bilirdim, anneannemin bir buluttan fazla gözyaşı dökmüş gözlerinin içi gülerdi ben neşeliysem.
Annem babamın evlenme haberini alana kadar onu sevmiş, haberi aldıktan sonra öyle bir acı çekmiş ki babama benzediğimi düşündüğünde sevmiş beni, onun gibi yandan güldüğümde sevmiş, kendini bende gördüğünde ifrit olmuş, annem babamı kendinden çok sevmiş çünkü, kalan tüm hayatını geçmişteki iki yılı düşünerek geçirmiş.
Annemin yaşamı, dedemle bir kavga sonrası oda hapsine dönmüş, anneannem benimle meyve yollamış ona, yemek yollamış. Ben büyürken annem de büyürken, annem fabrikadan biriyle gönülsüz olsa da dedemden kaçmak için olsa gerek evlenmiş. Dedem vermemiş beni, alnının ortasındaki çukur öyle derinleşmiş ki…
Annem evden ayrılmadan evvel bana yeni bırakılmış bir alışkanlık gibi bakmıştı, zihnime çakıyla kazındı o bakış. Annemin eksikliğini hissettiğimi söyleyemem ama içimde bir burukluk olarak kaldı yokluğu. O gittikten sonra kaybolmuş bir boşluğu arar oldu gözlerim.
İlk bir kaç sene çay bahçelerinde görüştük annemle. Annem az, anneannem daha az konuştu, boğazdan gemiler aktı, sigaralar tüttü, çaylar içildi, gazozlar içildi. Sessiz film çevrildi anlayacağınız.
Ben anneannemin kucağından inmedim, sarılmak istemedim anneme. Görüştüğümüz o kısacık anlarda anneannemin kucağıyla kıskandırmak istedim onu. Annem sigara dumanının ardında gözleri uzaklardayken ne kadar umursadı bilemiyorum.
Bir buluşmaya karnı burnunda geldi annem, benim içimde birikip de dışa vuramadığım öfkeleri doldurmuşlardı sanki karnına. Hiç görmediğim üvey kardeşim annemin karnındayken bir fotoğraf çekinmişiz, önümde yine sarı bir gazoz, gözlerim yaşlı.
O günden sonra pek görüşmedik annemle, çünkü bir kez daha karnı büyüdü. Ben de büyüdüm, yanaklarımda sakallar bitti ve dillendiremediğim isyanlar başladı içimde.
Anneannem sanılanın aksine, sigara dumanından nefes alan dedemden önce gitti, uykusundan uyanamadığı bir sabah. Yıllar sonra anneannemin cenazesinde gördüm annemi, uzak bir mesafeymişim ve arada durmadan uzayan bir yol varmış gibi gözlerini kısarak baktı bana. Onu kıskandırabileceğim bir kucak yoktu şimdi altımda, manevi tahtımı gömüyordum.
Dedem bir süre iyi idare etti bizi sonra bir sabah o da kalkamadı yataktan ama ölmedi de. Bakışları tavana, kendisi de yatağa mıhlandı. Konu komşu baktık dedeme. Emekli maaşı sayesinde evi döndürdüm. Üniversite hak getire, yaz sonunda mahalle kasabının yanına çırak olarak girdim. Lakabımın Piç Ahmet olduğunu da orada öğrendim.
Bir akşam işten döndüğümde, evin önünde gördüm annemi, dedeme bir şeyler almış, beni fark edince cin çarpmışa döndü, elindeki öte beriyi düşürecekti az daha, eve dahi girmeden alelacele nevaleleri elime tutuşturdu. Tavırları beni üzdü. Neden sorusu dönmeye başladı aklımda. Neden? Cevap aynaya baktığımda belirdi, annem beni değil, bende babamı görmüştü. Koşarak babamın o resmini aldım. Neredeyse aynı yaşlardaydık artık, ben babamın kopyasıydım, hatta resimde dondurulmuş hali. Altta bol ve eski bir kot, üstte beyaz bir tişört, saçım, bıyığım, bakışım…
Sonradan anladım ki anneme inat benzedim babama, belki de beni öyle kucağına alıp sevdikten sonra bir enik gibi köşeye bıraktığından dolayı ondan öcümü babama benzeyerek almak istedim. Babama benzedikçe kaçtı benden, ben de inadına babama benzemeye çalıştım.
Artık aynaya bakmak istemiyorum, orada bedenimde tezahür eden annemin beyaz tenini, babamın sivri yüz hatlarını, annemin durmadan hüzün saçan bakışlarını görmek istemiyorum. Sadece birilerinin kaderi tamamlansın diye çalakalem yazılmış bir yan rol gibi hissediyorum. Sevgisiz bir anne, var olmamış bir baba, benden sonra iyi birer anne babaya dönüştüler.
Hatalarında ders aldılar, yeni aileler kurdular. Ben onlara geçmişi ve o büyük hatayı hatırlattım. Yola dökülen mıcır kadar suçlu hissettirdiler beni, geride kalan, unutulan, hayatlarının dışına atılan… Yıllar sonra elimde buruşuk bir fotoğrafla kalakaldım. Herkes yoluna devam etti, herkes toparlandı, bir ben kaldım elde. Elde var bir, elde var yalnızlık!