Yağmurlu bir gündü. Yağmur yağmıyor, annesini kaybetmiş bir çocuk gibi ağlıyordu sanki. “Çocuk örneğini bilerek verdim, zira büyüdükçe gözyaşlarımız azalıyor, insanlığımız gibi.” Köklü, eski, uzunca bir Selvi ağacının dallarından herhangi birisinde, basit bir kumru olarak dünyaya geldi. Öyle gizemli, şaşalı, görenlerin, bir daha görmek istediği bir kuş değildi anlayacağınız. Basit sıradan bir kuştu. Adı bile basitti, kumrucuk. Babası, o henüz küçücükken, yiyecek getirmek için uçmuş ve bir daha dönmemişti yuvasına. Annesi ile kalakalmıştı koca ormanda kumrucuk, yüce bir ağacın dalında. Babasından mıdır bilinmez, uçmaya korkar olmuştu. Sanki uçunca bir daha annesine dönmeyecekmiş gibi, sanki uçmak iyi bir şey değilmiş de, yerde olmak, dalda olmak, daha güvenilirmiş gibi geliyordu ona. Arkadaşları, orman sakinleri ve diğer bütün kuşlar, hatta tavuklar, horozlar bile ona gülüyor, onunla alay ediyorlardı. Yükseklik korkusu olan bir kuş, kulağa ne kadar tuhaf geliyor, öyle değil mi? Günlerden bir gün; yağmurun dindiği, güneşin bütün ihtişamıyla gökyüzünde belirdiği bir ilkbahar gününde, yüce ağacın dallarına, güzel mi güzel bir kırlangıç kondu. “Yaşadığı yerde, ağaçları kesiyormuş insanlar, bütün ağaçları da kesmişler zaten. O da çaresizlikten uçup, onların ormanına, ağacına, dalına konmak zorunda kalmış.”  Anne kumru, kırlangıca, bu ormanda kalabileceğini söyleyince, kırlangıç o günden sonra, onlarla birlikte yaşamaya başlamış. Kumrucuk onu gördüğü ilk günden beri kendini bir garip hissetmeye başlamış. Ancak o günden sonra, zavallı kumcurucuğun sürekli boğazında bir düğüm, karnında tarif edemediği bir sancı… Onunla her konuştuğunda dili dolaşıyor, kelimler birbirine giriyormuş. Ne yapsa, ne etse, onu gördüğünde yüzündeki garip tebessümü engelleyemiyormuş. Bu garip şeyin ne olduğunu merak ediyormuş delicesine. Bir sabah yemeklerini yerken annesini konuyu açmış ve sormuş. “ Anne bana ne oluyor?” Annesi onu dikkatlice dinledikten sonra yüzü düşmüş, uzunca bir süre konuşmayıp, susup uzaklara dalıp gitmiş. Kumrucuk annesini böyle görünce tedirgin olmuş. “ Anne bir şeyin yok değil mi?” “ Hayır yok” diye cevaplamış annesi. Bir müddet daha sessiz kaldıktan sonra, oğluna sıkıca sarılmış ve gagasını okşamış. “ Senin hissettiğin şey aşk oğlum! Karnının sancısı, yüzündeki gitmek bilmeyen tebessüm, dilinin dolanması, heyecanlanman hepsi aşktan kaynaklanıyor. Çok güzel bir duygudur, seni büyütür, iyileştirir, dinginleştirir. Herşeye başka türlü bakarsın artık.” Kumrucuk meraklı bir şekilde sormuş. “Değişecek miyim yani? Ne zaman olacak bu? Yüzüm, gözüm, kanatlarım da değişecek mi anne”? “Hayır” demiş anne kumru. “ Değişen şeklin değil yüreğin olacak. Düşüncelerin olacak. Ancak…” Sonra susmuş anne kumru, başka bir söz söyleyememiş ve ağlamaya başlamış. Annesini ilk kez böyle gören kumrucuk, annesine sımsıkı sarılıp neden ağladığını sormuş. “ Neden ağlıyorsun anne? Neden incilerini döküyorsun?” Anne kumru bütün gücünü toplayıp, konuşmaya devam etmiş. “ Çok canın yanacak evladım. Hem de çok. Âşık olduğun için değil, âşık olduğun kırlangıç yüzünden olacak bu.” Anlamsız gözlerle kumrucuğun ona baktığını gören anne kumru, anlatmaya devam etmiş. “ Kırlangıçlar narindir, kırılgandırlar ve yaşayabilmek için uçmak ve gitmek zorundadırlar. Bizim gibi soğukta yaşayamazlar. Sıcak yerlere göç etmek zorundadırlar. Ve hepsinden daha önemli bir şey daha var.” “ Nedir” diye sormuş kumrucuk, heyecanlı ve azıcıkta korkmuş bir şekilde. “ Kırlangıçlar güzeldir, bizim gibi değildir. Bize ise…” “ Biz güzel değil miyiz anne?” diye sormuş kumrucuk. Üzgün gözlerle; “ Bizler basit sıradan kuşlarız oğlum. Herhangi bir özelliğimiz yok, uçmaktan başka… Seni beğenmeyecek, istemeyecek ve sen çok üzüleceksin. Gel yol yakınken, içinde büyüttüğün hissi, kalbinin derinliklerine göm ve bir daha da açma kalbini.” Kumrucuk ağlamaya başlamış. Öyle bir ağlamış ki bütün orman sesiyle yankılanıyormuş sanki. “ Yalan söylüyorsun” demiş annesine. “Kırlangıç da beni seviyor ve sevecek, daha dün konuştuk bana uçmayı öğretecek. Birlikte uçacağız. Gitmek gerekiyorsa onunla uçup gideceğim uzak diyarlara. Kimsenin hissettiğim güzel hisse dokunmasına izin vermeyeceğim, senin bile anne.”

Kendini toparlayıp, gözyaşlarını silip, annesinin yanından ayrılıp, kırlangıcın yanına gitmiş hemen kumrucuk. Her şeyi anlatmak istiyormuş ona. Kırlangıç’ın yanına geldiğinde ise bir gariplik, tuhaflık hissetmiş. Sanki kırlangıç gitmeye hazırlanıyormuş gibi. Korkulu gözlerle sormuş. “ Gidiyor musun yoksa?” “Evet” demiş kırlangıç. “Gitmek zorundayım. Daha fazla kalmak isterdim ama havalar beklediğimden daha çabuk soğumaya başladı. Burada kalırsam ölürüm.” “Ben sana, sıcacık yeni bir yuva yaparım. Üstüne örteceğin sıcak çalılar toplarım. Bütün kış sana yiyecek bulurum. Ne olur gitme!” “ Neden gitmemi istemiyorsun ki” diye sormuş kırlangıç. “ Çünkü çünkü seni seviyorum.” demiş kumrucuk…

İstemsiz bir şekilde gülümsemiş, sonra kahkahalarla gülmeye devam etmiş Kırlangıç. “Seninle beni, yan yana düşünmene çok güldüm.” demiş. “ Neyse biraz daha büyüyünce, kimi sevip, sevmeyeceğini öğrenirsin” demiş. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilmez bir halde, ağacın en yüksek kısmına çıkıp, gökyüzünü izlemeye koyulmuş kumrucuk. Günlerce oradan hiç ayrılmamış, hiç yemek yememiş. Sadece gökyüzünü izlemiş, yıldızlara bakmış, yağmur ağlamış. Kırlangıç, ertesi sabah uçup gitmiş, sıcak diyarlara. Bütün orman halkı, kumrucuğun haline çok üzülüyormuş. Annesi çaresizlikten, ne yapacağını bilemez halde, oğlunun yanında uçup duruyormuş. Ne yaptıysa, ne ettiyse anne kumru, oğlunu iyileştirmeyi başaramamış. Günler, günlerle zamanı acımasızca öldürürken, bir sabah annesinin yanına gelip; “ Artık uçmaya karar verdim anne” diye seslenmiş. “ Bütün orman halkını yarın sabah, buraya topla. Uçuşumu bütün orman halkının görmesini istiyorum.”

Annesi hemen bütün ormana, kuşlara, horozlara, tavuklara, kısacası bütün canlılara haber salmış. Sabah gün ışığı, karşıdaki dağdan yeryüzünü selamladığı, bütün ormanı aydınlattığında, kumrucuk ağacın en tepesinden bütün canlılara, uzunca bir süre, hiç konuşmadan sadece bakmış. Sessizliği güçlü bir çığlığa dönüştüğünde, dudaklarından şu sözler dökülmüş.

“Henüz küçücükken babam uçup gitti ve bir daha da dönmedi. Dünyayı tanımadan, yapayalnız kaldım. Uçmak iyi bir şey değil herhalde dedim o zaman kendi kendime. Yıllar geçti, bir umut kondu dalıma. Güzel, narin bir umut! Uçmak, aslında o kadar da kötü bir şey değil sanırım, dedim bu sefer de kendime. Sonra, o da uçup gitti dalımdan bir daha dönmemek üzere. Bir şeyi yitirmeye başladığında gerisi geliyor, kıyamet gibi… Bütün düğümü çözmek için. Olması gerekenin olabilmesi için. Bugün de olması gereken olacak. Uçacağım, uçup gideceğim babam gibi, onun gibi. Annem söyledi bana, bizden milyarlarca varmış dünyada. Yani yokluğum kimseyi üzmeyecek biliyorum. Hoşça kalın dostlarım, hoşça kal dünya.” Kumrucuğun son sözleri bunlar olmuş.

Sonra bırakmış kendini sonsuz boşluğa. Herkes; “kanat çırp, kanat çırpmalısın” diye bağırıyormuş ama kumrucuk bütün çığlıklara kulağını kapatmış bir halde, sonsuzluğa doğru düşüyormuş. Ve yere değmiş, cansız küçük tombul bedeni. Hiç uçmadan ölmüş kumrucuk. Hiç uçamadan, uçmanın tadına varamadan, hiç sevilmeden. Kanatlarının farkında olmadan…  Âşık olup, aşkı yaşayamadan.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: