Dar sokakların arasında amansızca yürüyordu. El arabasının tekerlekleri gecenin sessizliğinde dönüyor, arada bir taşlara çarpıyor, üstüne dizilmiş çanaklar ve hurdalar birbirine değip tıngırdıyorlardı. Arabanın üstüne bir karton koymuş, üstüne büyük harflerle “ESKİCİ” yazmıştı. Sokak lambalarının kaldırımlara düşen cılız ışığıyla önünü zar zor görebiliyordu. Alnında damla damla ter birikmişti. Nefes alışverişi düzensizdi. Yıllarca taşıdığı arabasındaki elleri kurumuş ve çatlak çatlaktı. Ayağına giydiği iskarpinleri tozlu yolların yorgunluğundan yırtık pırtıktı. Oduncu gömleği kir pas içinde kalmış, bakımsız görünüyordu.

Şafak sökmeden uyanmış, kimsesiz sokaklarda işe başlayıp akşama kadar çalışmaktan tükenmişti. Derin bir soluk alıp “eskici” diye bağırdı. Hiç kimse kilitli balkonuna çıkıp eskiciye bakmıyordu bile, evler ona küskündü. Yıllardır yaşamını sürdürdüğü sokağına baktı, hatırına eski zamanları geldi. Doğup büyüdüğü yerdi burası. Bundan on, on beş sene öncesini düşündü; hüzünlendi. Geçmiş yıllara hasret içerisindeydi. “Ah eski gücüm, kuvvetim yerinde olsa” diye geçirdi içinden. Ne yükler taşırdı da yorulmazdı o zamanlar. Oysa şimdi… Yaşlılık ne zor şeydi. Elden ayaktan kesilmişti, bacakları ve kolları iyice zayıflamış, kasları erimişti. Sahi elden ne gelirdi, dünyanın bu çürümüş bedene ihtiyacı var mıydı? İt gibi avazın çıktığı kadar bağır dur. Yaptığına da değseydi bari. Kazandığı üç beş kuruş, karnını doyurmaya anca yetiyordu. Gerçi başka yapacak neyi vardı? Mecburdu çalışmaya, yerine nasıl olsa başkasını bulurlardı. Bu saatten sonra onu ne işe alırlardı ne de onun iş aramaya gücü vardı. Milyonlarca fukara insandan sadece biriydi. Eskiciydi işte, tek bildiği buydu..

Yağmur çiselemeye başladı, evlerin çatısından sular damlıyordu sokağa. Etrafına bakındı, binbir çeşit dükkan donatmıştı mahallenin her yerini. Almak istediği her şey çok yakın ama bir o kadar da uzaktı. Bir mağazanın önünde durdu, camın ardındaki cansız mankenler çekti dikkatini. Bu mankenlerden biri bembeyaz tenliydi, üzerinde son moda olduğu belli olan pahalı bir ceket, altına ise masmavi bir kot giydirilmişti. Eskici imrenerek seyretti mankenleri. “Ah şöyle bir ceket alacak param olsaydı” diyerek içini çekti, yoluna devam edecekti ki gözüne camdan yansıyan bedeni çarptı, birkaç adım ilerledi. Biraz daha yaklaştı kendi yansımasına. Uzun uzun baktı yıllardır taşıdığı bedenine. Şaşırmış gibiydi, sanki karşısında duran bu yorgun adam tanımadığı, yabancı biriymiş gibi geldi. Ürperdi, titremeyle doldu içi. Bir mankenlere bir de kendine baktı. Adamın içi bunaldı, daraldı. Derin bir nefes alıp yolunu değiştirdi. Soğuk soğuk terlemeye başladı. Saatlerdir arabayı sürüyordu ancak gün sonunda hiçbir kazancı yoktu, aynı diğer günlerde de olduğu gibi. Artık ne yapması gerektiğini bilmiyordu, var gücüyle ilerlemeye çabalıyordu. Bu sırada yağmur hızlanmış, eskicinin saçları ıslanmıştı. Hurdaları paslanmasın diye üzerlerini örttü. Tekrardan “eskiciiii” diye bağırdı. Görünürde kimse yoktu. Eskici yine iç çekti. Sanki herkes evine çekilmiş; lambalarını yakmamaya, sokağa adım atmamaya yemin etmiş gibiydi. Kimsecikler görünmüyordu, canlılığa dair en ufak bir iz yoktu..Sokakta gördüğü tek canlı varlık kapkara bir kediydi. Simsiyah, insanın kanını donduran gözleri vardı. Eskicinin içi ürperdi, hemen oradan kaçmak istedi, koşmaya başladı. Nereye gittiğini kestiremiyor, sadece uzaklaşmak, hafiflemek istiyordu. Gökyüzü gürlüyor, bardaktan boşanırcasına bir yağmur yağıyordu sokağa. Fırtına yüzünden önünü göremiyordu eskici. Farkında olmadan saptığı karanlık sokakta bir yokuşa doğru sürüklendi. Arabasının tekerlekleri hızla dönüyor, aşağı doğru ilerliyordu. Bir kere hızlanmıştı ya nasıl durduracağını bilemiyordu. Eskici direnmeye çabalıyor, ayak tabanlarını yere sürtüyor yine de yavaşlayamıyordu. Arabanın demirlerine ölümüne sarılmış, sanki yapışmıştı. Yokuşun bitimine doğru önünde bir otoban belirdi, vızır vızır otomobiller geçiyordu. Artık durması gerekiyordu fakat arabayı bırakamıyordu bir türlü. Yüzü kaskatı kesilmiş, vücudu titriyordu. Son bir kez daha direndi, tüm gücüyle arabaya asıldı. Yokuşun bitimine geldi, hurdaların üstündeki örtü rüzgarın etkisiyle uçtu ve gitti. Artık kaçış yolu yoktu, bırakmalıydı arabayı. Hâlâ sürükleniyordu. Sonunda ellerini gevşetti, bırakmak istediyse de artık çok geçti. Araba hızla asfalt yola sürüklendi. Eskiciyle birlikte büyük bir gürültü çıkararak yere devrildi. Arabanın tekerlekleri fırlamış, içindeki çanaklar tuzla buza dönmüştü. Eskicinin elleri kan içindeydi. Hava daha da kötüleşti, şimşekler çaktı. Arabanın üzerindeki kağıda yazılmış olan harfler silinip suyun akıntısına karıştı, sürüklendi. Bu, eskicinin son saniyeleriydi. Yere yığılmış vücudundaki yorgun ruh pes etmişti. Zincirlerle bağlanmış bu acı artık ayrılıyordu bedeninden. İlk kez bu dünyaya sığdığını hissetti ve son kez havayı ciğerlerine çekti, göğsü kabardı, gözlerini ebediyete kapatmadan önce gördüğü son şey, bir çimento kamyonunun farlarıydı.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: