Havada kesif bir küf kokusu, duvarların köşeleri çamur arılarının yuvaları ile dolu. Yüce yürekli, merhametli ve sessiz sahibesinin yokluğunun hüznünü taşıyor tabanı yer yer çatlamış beton zeminli ev. Seneler evvel küçük bir çocukken bu evde kaldığım zamanlar geliyor aklıma. O şen sohbetler, komşu evlerden gelen kahkaha sesleri arasında güç bela kendisini belli eden dalga seslerini hatırlıyorum…Şimdi bu ürpertici sessizlikte öylesine net ki…Sövesim geliyor denize! Hayatlarına eşlik ettiğin daha kaç kişi gelip geçecek sen burda tüm azametinle dururken? Ama haksızlık yapmayayım yine de…O gittiğinde dalgaların sesi bile değişti, deniz yas tuttu, gökyüzü garip bir renge büründü sanki, martılar acıyla haykırdılar, rüzgar çok isyankardı, Toroslar saklamıştı asil başını bulutların arasına. O gün benim de içimde bir şeyler öldü; kocaman bir delik açıldı sanki göğsüme ve sonrasında hiç bir şey eskisi gibi olmadı benim için.

 

Dokunuyorum örümcek ağı ile kaplanmış tozlu duvarlarına evinin, belki varlığın sinmiştir, belki bir nebze hissedebilirim seni. Köşede güneşten rengi solmuş kırmızı plastik sandalyen ve önünde yemeğini getirdiğimiz minik sehpahan, üzerlerine aylar öncesinden döküldüğü belli olan çürümüş asma yaprağı yığınlarıyla nasıl da kimsesiz ve boynu bükükler şimdi. Pencerelerdeki sineklikler yırtılmış ve paralanmış, dokunduğum an toz toz dökülüyorlar. Deniz tarafındaki odada çocukken üzerinde beş taş oynadığımız hasır halı lime lime olmuş ve rastgele yığılmış bir köşeye. Yatağının durduğu yere bakıyorum, öğle uykularına yattığın anlar beliriyor gözlerimde. Ayağımızın ucu ile yürürdük seni uyandırmamak için…Sonra bir gülme tutardı bizi…Çocukluk işte. Uyansan bile sevgi dolu gözlerle bakardın ve tek bir kelime bile söylemezdin bize gürültü yaptığımız için. Sen hayatın boyunca tek bir kelime etmedin…Şimdi şimdi anlıyorum yaşadıkların seni sessiz bir dünya yaratmaya itti, bu dünya senin fanusundu, kimseyi sokmadın oraya, en yakınlarını bile…Güvenli alanındı orası senin ve sen artık konuşarak hiç bir şey elde edemeyeceğini anladığın andan itibaren oradaydın ve hep sustun.

 

Yatağına uzanırdım bazen, kokun dolardı ciğerlerime hani o yanına alıp gittiğin güzel, huzur veren kokun. Bilirsin ben de senin gibiyim duygularımı içimde yaşarım hep. Şimdi ben dışardan süt limanken içimde ne tufanlar ne boranlar kopuyor yokluğunla bilemezsin ya da bilirdin belki de çünkü beni sadece sen anlardın eğer yanımda olsaydın. Benim de senin ki gibi koca bir fanusum var içine kimseyi sokmadığım…Ve ben de yaşadıkça artık susmayı öğreniyorum…Ben de iç çekiyorum derin derin hayatı şaşkınlıkla anlamaya çalışırken çoğu kez.

 

Öyle özledim ki hiç bir şey konuşmasak bile senin bulunduğun çatının altında olmanın verdiği huzuru. Çocukluk işte sonsuza kadar duracaksın sanmıştım hep. Ve yine sonsuza kadar her yaz tatilinde o kerpiç evine güle oynaya gideceğim sanmıştım. O ince uzun sokağın başında elinde bastonunla her seferinde bizi karşılayacaksın sanmıştım. Sen ilk ölümdün hayatımda, ilk yok oluş, ilk dönüşü olmayan yol… Kaybetmenin ne demek olduğunu senin gidişinle tüm hücrelerimde hissettim. İşte o an anladım güzel olan herşeyin bir gün insanın ruhundan koca bir parça kopararak gittiğini. İşte o an anladım acı çekmenin gerçekten acı hissetmek olduğunu, insanın içinin ateşler içerisinde kavrulabildiğini, içine çektiği nefesin bu yangını söndürmeye kafi gelmediğini…

 

Küçük mutfağına giriyorum. Gelişi güzel çakılmış minik tahta raflarında parmaklarımı gezdiriyorum hasretten avuçlarım yanarken. Tavandaki tahtaların arasında mantarlara sarılmış balık oltaları kimbilir kaç senelik, kimbilir kimlerin eli değdi ve kaç senedir öksüzler. Küçük pencerenden dışarı bakıyorum…Sanki ordasın elinde çalı süpürgen, dökülen asma yapraklarını süpürüyorsun. Tavuklar peşinde, her sabah bayat ekmekle beslediğin martılar şamandıraların üzerinden seni gözetliyorlar sabırsızlıkla…Ya da mavi tulumbanın önünde abdestini alıyorsun öğle namazının, güneşten kapkara olmuş sıska bacaklı torunlarından biri ağırlığınca asılıyor tulumbanın koluna sana su çekmek için. Ya da tahta divanına oturmuş salatalık kabuklarını ince ince doğrayıp tavuklara yem yaparken derin derin düşüncelere dalıyorsun. Kimsesizliğini düşünüyorsun belkide daha küçücükken çaresizsizliğini…Yada sana hayatı zindan eden insanlar geçiyor aklının bir köşesinden sırayla. İçin acıyor, canın yanıyor, kızıyorsun…Ama sen kızmasını bilmezsin ki. Şişe dibi camı gözlüklerinin büyüttüğü kocaman gözlerinle bakıyorsun etrafa ara sıra…Hüznü de büyümüş gözlerinin, görüyorum o çocuk halimle o hüznün titrek ve karanlık çırpınışını.

 

Nasıl da geçti zaman, nasıl da acımasız. İşte şu ince geçit…Komşu evle aramızda olan. Hep orda giriyorsun rüyama. Her bir zerresine bakarak ilerliyorum bu ince geçitten. Geçidin bittiği yerde Akdeniz seriliyor olanca haşmeti ile karşıma. Gittiğinden beri bir zamanlar huzur bulduğum bu deniz çok ürkütücü artık. Dalgaların şekli bir tuhaf…Sanki Akdeniz dev bir leğene konulmuş bir su yığını ve bir güç onu rastgele sallayıp duruyor…Öyle biçimsiz öyle çirkin. Minik evinin bir köşesindeki krem rengi mütevazi büfen, çekmecelerinde iğne, iplik, tırnak makası, kibrit ve defne sabunlarının olduğu. Çocukken nasıl da büyük gözükürdü gözüme meğer ne kadar ufakmış bu büfe. Çocuk ellerimle yüzlerce kez tutup çektiğim kulplarından asılıyorum bu sefer yetişkin ellerimle. Bom boş içerisi, toz içerisinde ve gazete parçaları tıkılmış, sanki lafı ağzına tıkılmış oysa anlatacak çok şeyi olan insanlar gibi kursağına dizilmiş bir çok şey. Koltukların üzeri çarşaflarla örtülmüş, artık kimse oturmayacak, kimse misafirliğe gelmeyecek ve şen kahkahalarla bezenmiş keyifli sohbetler edilmeyecek üzerinde. Seneler evvel olanca kişiyi ağırlayan bu ev şimdi nasıl da bu kadar ıssız? Şaşılacak şey…

 

Kaldıramıyorum bu yoğun duyguları, derin derin nefes alıp kendimi dışarı atıyorum, kapının önünde çocuklar oynaşıyor, birileri sohbet ediyor neşeli neşeli, korna sesleri geliyor uzaktan, birileri birşeyler tamir ediyor, çekiç sesleri çalınıyor kulağıma belli belirsiz…Kısacası yaşama dair herşey olanca devinimiyle ve hızıyla devam ediyor acıları, yok oluşları umursamadan…

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: