Eline kalemi aldı. Yazmaya başladı. Bir şeyler karaladı, sile sile minicik kalan silgisiyle kağıdı zedeleyerek sildi yazdıklarını. Tekrar başladı. Ne yazabilirim ki? Bu sabah otobüste karşısında oturan adamın gözlerinin içine nasıl baktığı geldi aklına. Adamın saçları yoktu. Ama kel de değildi sanırım tıraş oluyordu. Tekrardan bir şeyler karaladı. Bu sefer memnundu yazdıklarından. E yazar olacaktı sonuçta, yazacak tabii. Uykusu da geliyordu yavaş yavaş. Kahve içsem uykumu dağıtır diye düşündü. Kalktı. Oda karanlıktı. Tam kapının yanına geldiğinde kedisi bacaklarına dolandı. Yerinden sıçradı. Korkuttun be Zeytin! Kapkaraydı kedisi. Bu ismi uygun görmüştü ona. Daha minicik bir yavruyken aldı onu evine. Yapayalnızdı o da. Kedi yani. 1 buçuk yıldır beraberlerdi. Dost oluyorlardı birbirlerine. Odasından çıktı. Kendine bir fincan kahve yaptı. Tam bir kahve bağımlısıydı. Sigara, alkol kullanmazdı. Tek bağımlılığı kahveydi. Öyle ki bazı günler koca bir kupayla başlar gün içinde iş yerinde 7-8 fincana kadar kahve içerdi. Kimse karışmıyordu nasıl olsa. Bu gece iki sayfa da olsa bir şeyler yazsam. Odaya döndü. Masanın başına geçti. Zeytin yatağın kenarına kıvrılmış. Karanlıkta sadece gözlerinin beyazı görünüyordu. Ürktü bir anda. Önüne döndü. Lambayı kağıdın üzerine çekti. Amma sarı bu ışık da, gözümü yordu. Yazısını okudu. Şöyle bir övdü kendini. İyi yazmışım! Birkaç sayfa daha zorladı kendini. Baktı ki olmuyor bıraktı. Yatağına girdi. Her gece olduğu gibi yine başladı hayal kurmaya. Çok ünlü bir yazar oluyorum. Ama herkes tanıyacak beni. İnsanlar beni yolda görünce “Aaa siz osunuz” deyip durduracak, imza isteyecek. Ama kitapları yanında olmayacak. Ben de çantamdan bir kağıt çıkarırım, imzalar veririm. İş yerinde saygınlığım artar. Vay be nereden nereye geldi derler. Kitaplarım yüzbinlerce satılır. Ne yaparım kazandığım parayla? Önce bir araba şart. Koskoca bir yazar oldum sonuçta. Yoo, yazarlar toplu taşıma kullanamaz mı? Yani kullanır da… Neyse araba şart. Sonra yeni bir ev. Bodrum katın kasvetinden yazamaz ki insan. Şart olur güzel manzaralı bir ev. Tevfik Fikret’in Aşiyan’daki evi gibi bir evi olsa… Neler yazmaz ki o manzaraya karşı. Şiir yazmıyordu ama güzel romanlar yazardı. Belki bir aşk romanı ha. E tabii kedisinin de hayat koşulları değişecek. Hep kuru mama yiyemez ki. En iyisinden mamalar alırdı ona. Belki de bir bakıcı. Kediye bakıcı mı tutulur demeyin. Artık o bir yazar. Vakti hep yazmakla geçiyor. Kedisi ilgisiz kalınca evin mobilyalarına sarıyor. İçerdeki koltuğun üstündeki örtü de o yüzden zaten. Ee başka neler yapacak parayla? Kalanını da yarın gece düşünürüm.

Uyandı. Önce çay suyu koydu. Sonra kahve makinelerinin fişini taktı. Ortalığı da toparlasa iyi olacaktı. Sonuçta burası bir işyeri. Dağınıklık olmaz. İçeriden sesleniyorlardı. Koştu. Yayın editörünün odasının kapısı açıktı. “Sade Türk kahvesi” dedi. Mutfağa döndü. Kahveyi hazırladı. Tek eliyle kapıyı tıklatıp kahveyi masaya götürdü. Editör bir şeyler okuyordu. Bekledi bekledi. “Ben de yazıyorum, romanım 1 aya biter.” Editör kahveden bir yudum aldı. “Eline sağlık.”

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: