Ne kadar uzun zamandır kışın gelmesini beklediğini düşündü perdeleri açarken. Aslına bakılırsa üşümekten hiç hoşlanmazdı. Ama kendisi kabuğuna kısılıp kalmışken tüm canlıların kış uykusuna yatmasını, her yanın beyazın ürpertici sessizliğine bürünmesini istiyordu. Yalnızlığını bir nebze olsun unutabiliyordu o zaman. Odanın içine dolan ve geceden kalan karanlığı utandıran güneş Servet Bey’i hüzünlendirmişti. Elini pencereyi açmak için uzattı ama evin kendine has rutubetini ormanın yağmurla dolu kokusuyla bastırmak istemediğini fark etti. Hızlıca elini indirip bulanan midesini ödüllendirmek için zift gibi bir kahve yapmaya gitti kendine. Bembeyaz fincanı siyah kahveyle buluşurken kız kardeşi Süreyya düştü aklına. Onlar da tıpkı bu fincan ve kahve gibi hem birbirlerine zıtlardı hem de birbirleri olmadan varlıklarının bir kıymeti yoktu. Servet Bey’in Süreyya’nın ölümünden beri yaşamayı reddetmesinin nedeni buydu belki de. Süreyya’nın yokluğunu iliklerine kadar hissediyor ama ölümünün gerçekliğiyle bir türlü yüzleşemiyordu. Pencerenin kenarındaki haki yeşil koltuğuna otururken o acı haberi nasıl aldığını hatırlamaya çalışıyordu. Biri mi aramıştı onu? Ama kimseleri kalmamıştı ki ona kim haber verebilirdi? O gün buluşacaklardı sanki? Buluşmaya gelmediği için gidip evine mi bakmıştı? Hayır bu da olamazdı. Kardeşinin kocası Kenan’dan hiç hoşlanmazdı, oraya gitmiş olamazdı. Koltuğun sırtına batan yayları canını yakmasına rağmen seneler önce babasının yaptığı gibi biraz öne kaykılarak bu sorunun üstesinden geldi. Bu hareketi her yaptığında aynı şeyi düşünürdü. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Çocuk aklıyla babasının her hareketini izlediği yıllarda rahat ettiği için bunu yaptığını düşünürdü babasının. Şimdi üzerinde olduğu bu koskoca yeşil koltuğa gömülmek için oyuncak trenini bile verebilirdi o zamanlar. Birkaç kez babası uyurken bu koltuğa oturmak istemiş ama gizli bir güç bunu yapmasına engel olmuştu. Bu güç babasına duyduğu hayranlıktan başka bir şey değildi. Onu öyle bir yere koymuştu ki hayatında, kaşlarını çatmasına neden olabilecek tek bir şey yapmaktan bile kaçar, geceleri kız kardeşi gizlice kurabiye yemeyi teklif ettiğinde bile canının istemediğini söyleyerek sırtını dönüp uyumaya çalışırdı. Süreyya’nın parmaklarının ahşap zeminin belirli yerlerinde çıkardığı gıcırtı onu da mutfağa çağırırdı. Süreyya döndüğünde kurabiyelerin karşı konulamaz kokusu sarardı tüm odayı. Hızlıca yemesi yüzünden çıkan kıtırtılar sinirle doldururdu Servet’i. Kurabiyeleri mideye indirdikten sonra yorganının altına girmesi büsbütün pişmanlık duymasına neden olurdu Servet’in. Korkaklıkla suçlardı böyle anlarda kendini. Bir damla uyku girmezdi gözüne. İnsanın şimdiki zamanda yaşadığı bir şey olmayınca Servet gibi takılıp kalırdı geçmişe işte. Yoksa ne diye çocukken yiyemediği kurabiyeleri düşünsün ki? Annesi olmasa bile tarif defteri mutfaktaydı işte. Gidip biraz sütle unu karıştırmak zor değildi. Ama bunu yapmak geçmişin büyüsünü bozmak demekti. Tarif defterinin yırtılmış kapağını bu yüzden kaldırmadı bu güne kadar. Kurabiyenin tatlı kokusunu telefonun çığlığı dağıttı. Kapı açıkken bahçenin en köşesindeki nar ağacının altından bile duyulabilen bu dayanılamayacak kadar yüksek telefon sesini büyük bir sakinlikle karşıladı. Her gün olduğu gibi bugün de beklediği bir aramaydı bu. Alışılmış bir hareketle saate döndü gözleri. Sararmış duvardaki kocaman ahşap saat 12’yi 10 geçtiğini gösteriyordu. Bir dakika bile şaşırmamıştı uzun zamandır. Saatin pilini en son ne zaman değiştirdiğini hatırlamadığını fark etti telefona doğru ağır adımlarla yürürken. Ahizeyi kaldırdığında tanıdık, kısık bir ses vardı tellerin diğer ucunda. ‘’Kaçta gelecektim abi?’’ Derin bir nefes alıp yanıtladı soruyu. ‘’Tamam. Kapatmak zorundayım şimdi.’’ dedi ve ev yeniden sessizliğe büründü. Bu konuşmanın biraz daha uzamasını o kadar isterdi ki. Yüzü silikleşen kardeşinin sesinin zihninde bu kadar canlı olması bir kez daha şaşırtmıştı onu. Yine ahizeyi elinde unuttuğunu fark edip telefonu kapattı. Acaba bir kez olsun sorusuna cevap vermeseydi başka bir şey söyler miydi Süreyya? Ne anlatmak isterdi ona? Acaba gittiği yer buralardan daha mı güzeldi? Öyleyse neden hala onu arayıp kaçta gelmesi gerektiğini soruyordu? Yoksa onunla konuşmuyor muydu? Yıllardır insan sesi duymamıştı. Belki de zihni kendisini yalnızlıktan bir nebze olsun kurtarmak için bu oyunu oynuyordu. Ne olursa olsun mutluydu. Her sabah ondan telefon geleceğini bilerek uyanmak ona huzurlu hissediyordu. Bunu birine anlatsa çıldırdığını düşünecekleri düştü aklına, gülümsemekle yetindi. Çiçekleri sulaması gerektiğini hatırladı. Bu evde sadece onlar yaşıyordu artık. Yeşil yapraklarının üstündeki beyaz, pembe ve kırmızı çiçekler dalga geçiyordu onun kararmış ruhuyla. Yine de onları kavrulmuş topraklara terk etmeye elvermiyordu vicdanı. Ona tahammül eden bu tek ve alaycı arkadaş grubunun içini ferahlattı bir bardak suyla. Evdeki tek işini bitirdikten sonra babasının okuma köşesinde kitapların arasında kayboldu bütün gün. Satırlar gözlerinin önünde akıyor ama hiçbir kelimeyi anlayamadan boşluğa baktığını hissediyordu. Annesiyle babasını kaybettikleri günü düşünüyordu. Süreyya’yla birlikte aynı güne üç yası nasıl sığdırabildiklerini hala anlayamıyor, gencecik ve kocaman yüreklerinin önünde bir kez daha saygıyla eğiliyordu. Anne ve babalarının aynı gün kazada ölmeleri dayanılacak bir acı değildi ama Servet babasına duyduğu hayranlığın yasını daha uzun süre tutmuştu. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını çok sevildiklerini düşündüğü ebeveynlerinin cenazesini üç kişi kaldığında anlamıştı önce. Sonra da babasının tüm ortaklarını dolandırmış olması ve ölümünden iki gün önce iflas etmesiyle yüzleşmişti. Bu gerçekler Servet’i yaraladığı kadar etkilememişti Süreyya’yı. Onu birkaç gün sonra evden çıkarılan piyano, gül ağacından makyaj masası ve oturacak tek bir koltuklarının kalması daha derinden sarsmıştı. Evlerini de kaybetmek üzereyken onlara tek bir şartla kucak açan Kenan’ın teklifini kabul etmesi aynı acılarla yoğrulup ayrı korkular yaşayan iki insanın verdikleri bir sınavdı belki de. O evliliğin olmasını hiç istememişti Servet Bey. İnsan birini seviyorsa onu şartlarla kendine bağlamamalıydı. Sevginin içinde tehdide yer yoktu Servet’in yüreğinde. Süreyya’nın bu kararı alması şüphesiz yine abisini düşündüğü içindi. O evlenip evden gittiğinde abisinin yalnızlığını bir çatı altına sığdırması gerekecekti çünkü. Kazancı ne olursa olsun bunun bedeli mutlulukla ödenmemeliydi. Böyle nice nutuklar atmasına rağmen yaşayacaklarından bir haber abisine kafa tutarak evlenmişti Süreyya. Nikahta giydiği elbiseden parfümünün kokusu çıkmadan ilk tokadını yiyeceğini bilseydi abisiyle sokakta donmayı tercih edeceğini düşündü Servet. Ne kadar uzun zaman fark etmemişti kardeşinin mutsuzluğunu. O evlenir evlenmez kendisi de işe başlamış, Süreyya’nın yüzünü büsbütün göremez olmuştu. Ama içinde bir şey hep ona gitmesi gerektiğini söylüyordu. Gençken insan dünyevi şeylere kapılır, ertelediği şeylerin bahanesi de zamanının yetmemesi olur. O da öyle yapmıştı işte. Kardeşini görmeyi bitmeyeceğini düşündüğü yarınlara bırakmıştı.

            Geçmişle hesaplaşmaya ara verdiğinde hava kararmıştı. Perdeleri çekip mutfağa baktı. O gün ağzına bir lokma bile koymamıştı. Midesinin gürültüsüne aldırmadan odasına çıktı. Kapının kenarındaki valizi ayağıyla ittirip kıyafetleriyle yatağa uzandı. Uyumuyordu. Kapının çalmasıyla nefesini tuttu. Zili çalmak yerine ahşap kapıyı üç kez yumruklayanın Süreyya’dan başkası olmadığını biliyordu. Başucundaki horozlu saat 21.00’i gösteriyordu. Yine zamanı şaşırmamıştı. Öteki tarafta zaman kavramı olduğuna şaşırdı bu kez de. Ağır adımlarla aşağı inerken bu kez kapıyı açıp kardeşinin yüzünü göreceğine söz verdi kendi kendine. Elini kapının paslanmak üzere olan altın renkli tokmağına yerleştirdi. Kapı üç kez daha vuruldu. Tokmağı çevirmek üzereyken karşısında kimseyi göremeyeceği gerçeğiyle yüzleşmeye hazır olmadığını fark etti. Süreyya’yı bir kez daha görebilir miydi peki? Yeniden tokmağı sıkıca kavradı, derin bir soluk aldı. Ya kapıyı açtığında her şey biterse? Ya bir daha sesini bile duyamazsa diye endişelendi. Kapıya vurmayı bıraktı Süreyya. Ve abisinin duyamamaktan korktuğu sesiyle ‘’Sakın açma! Geldi! Sakın açma!’’ dedi Süreyya her akşam olduğu gibi. Kardeşinin isteğini çaresizce yerine getirip elini tokmaktan çekti Servet. Arkasını dönüp odasına giden merdivenleri tırmanırken sol elinde bir karıncalanma hissetti yeniden. Bu gece de tokmağı sıkıca kavramış olduğunu düşündü. Dönen dar merdivenlerde gözden kayboldu, kapının altından sızan kanı bu gece de görmedi.

            Aynı güne uyanmış olduğunu düşünerek perdeleri açtı. Hala mevsimlerden bahardı. Kahvesini yudumlayıp kardeşinin arayacağı saati bekledi. Fakat bu sefer her zamankinden başka bir şey oldu. Kapı kurcalanıyordu. Ani bir manevrayla elindeki kahve bardağını bırakıp yerinden kalktı. Kapının tam karşısında öylece durdu. Gelmişti işte. Süreyya bu kez beklemediği bir şey yapıp içeriye girecekti. Ne diyecekti ona? Acaba sarılabilecek miydi? Kapıyı açmak için çaba harcıyordu. Yardım etmesi, kapıyı açması gerekir miydi? Kapının aralanmasıyla sofaya dolan ışık düşüncelerini dağıttı. Gelen… Gelenler… Süreyya değildi. Tanımadığı garip giyimli iki genç evine girmişti. Bu ne cesaretti! ‘’Siz!’’ dedi. Devamını getirmekte zorlanıyordu. Yutkundu. ‘’Ne arıyorsunuz ulan evimde! Kimsiniz siz!’’ kelimeler kendiliğinden dökülmüştü dudaklarından. Konuşmayı unutan ses telleri çatallandı. Cevap vermiyordu yüzsüzler. ‘’Ulan kime diyorum!’’ diye bir kez daha kendini toparlayıp daha gür bir sesle bağırdı. Kız ona doğru hayretle bakmıştı. Kızın bakışıyla heyecanlandı. Kız tam da Süreyya yaşlarındaydı. ‘’İnanamıyorum şu vestiyere bak!’’ heyecanla vestiyere doğru yürüyüp yanından geçip gitmişti genç kız Servet’in. Onu… Onu görmüyorlardı. Kalp atışlarını hissedemediğini fark etti Servet. Kızın çocuksu heyecanına gülümseyen oğlan başını kaldırıp tavana baktı. Su akıyordu. Servet bunu daha önce fark etmemişti. Tavan çökmek üzereydi. Yerler… Koltuklar… Alaycı arkadaşları çiçekler… Kullanılmaz haldelerdi. Tavandan akan suyun sesine birkaç damla sesi daha eklendi. Servet korku içindeydi. Sol elini kaldırıp ayasını yüzüne çevirdi. Kana bulanmış ellerinden ahşap zemine damlalar düşüyordu. Yaralı olan kendisi değildi. Bu ‘’onun’’ kanıydı.

            Telefonu kapattıktan sonra hızla odasına çıktı. Topladığı valizini odanın kapısının kenarına bıraktı. Aşağı inip kardeşi gelene kadar bu köşede son bir okuma yapmayı düşündü. Sisin arasında bir gemi gibi gizlenmişti kelimeler. O gün tek bir satır bile okuyamadı. Kardeşini o şerefsizden kurtaracağını, bir daha bu lanet eve de ayak basmayacaklarını düşünüyordu. Düşüncelerini saatin zili dağıttı. Kardeşinin gelmesine bir saat daha vardı. Ağrıyan belini tutarak odasına çıktı, valizi ayağıyla hafifçe iterek kıyafetleriyle yatağa uzandı. Kapı çaldığında saat 21.00’di. Hızlı adımlarla aşağı indi. Tam kapıyı açacakken kardeşinin ‘’Sakın açma! Geldi! Sakın açma! Öldürecek seni!’’ dediğini duydu. Duraksadığı an üç el silah sesi duyuldu. Nefesi kesilmişti. Sol kolunda bir uyuşma hissetti. Kapıya sırtını dayadı. Yavaşça yere çöktü. Sol eli ıslanmıştı. Tüm ayası kardeşinin gül rengi kanıyla dolmuştu. Gerisi karanlıktı. Nefessiz kalan bedenlerini bir kapı ayırıyordu sadece artık.

            Hatırlamıştı. Sonunda taşlar yerine oturmuştu zihninde. Hep o günü yaşıyordu. O son günü. Telefonun sesiyle irkildi. Evin yeni sahipleri telefonun çaldığını duymuyorlardı. Açıp açmama konusunda tereddüt etti. Sonunda cesaretini toplayıp ahizeyi kaldırdı. ‘’Kaçta geleyim abi?’’ Süreyya’nın sesi onu bu kez çok heyecanlandırmıştı. Aynı cevabı mı vermeliydi? Hayır yeni gelen insanları anlatmalıydı. Yok, yok… Şey… ‘’Özür dilerim.’’ Masadan yuvarlanan bir bilye gibi çıkmıştı ağzından bu iki kelime. Tutmak istemiş, tutamamıştı. Telefonun diğer ucundaki kardeşi sessizlikle baş başa bıraktı Servet’i. Bir anlık duraksamadan sonra Süreyya telefonu kapattı. O gece kapı çalmadı. O eski telefonun sesi de bir daha evde yankılanmadı.

            Evinde tanımadığı iki hayat öylece akıp giderken Servet Bey sonsuzluğun içindeki tüm zamanlarını pencerenin kenarında geçirdi. Süreyya’yı bir kez olsun görebilmek umuduyla…

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: