Nisan yağmurlarına emanet edilmiş gözyaşlarını sildim. Unutulmuş anıların resmini kıskançlıkla karaladım. Üzerimde kirli bir işlikle yollara düştüm. İş bulamayınca kendimi yolculukta buldum. Yol boyunca yürüdüm ne aradığımı bilmeden. Düşünceler zihnimin kıyılarına çarpa çarpa yerini düşlere bıraktı.

Dağlar uzuyordu düşlerim boyunca. Yüce dağlar, uluyan kurtları doyuruyordu damla yüklü bulutlarıyla. Kurtlar uludukça büyüyordu dolunay. Bir adam kahramanlaşıyordu hatırlayamadığım anların buğulu karmaşasında. Zihnim oyunlar oynuyordu geniş zamanın ölümsüzlüğünde. Geçmiş dünlerin, gelememiş yarınlarına mahkûm oluyordu ellerim. Prangalar görünmez ve ısrarcı tutuyordu ayak bileklerimden. Kare kare fotoğraflarım geçit töreni ciddiyetiyle gösteriyordu duyguların selini. Köpüren sular denizlerden göğün mavisine yükseliyordu damla damla. Alın terim damlıyordu yorgunluğumun sancılı sabahlarında. Bir kadın gözbebeklerindeki şafakları doğurarak uyanıyordu. Ne gecesini dolunay şavkımıştı ne de güzelliğine akşam güneşi vurmuştu. Emeklerimi yazgının alfabesine yorgunluğumu umursamadan kazıdım.

Düş, varlığımı gerçeğe meydan okuyarak yüreğine bastı. Dağların ardından efsunlu masalları büyüleyici sesiyle anlattı. Ormanlarımın kurtlarını ve kuşlarını yaktı yangınlarda. Ateşi söndüremeden dağların ardına koştum nefes nefese. Dağ çıplak, orman bereketsiz kaldı gerilerimde. “Nereye?” ya da “Kime?” diye sorgulamaksızın yollara tutsak olmuştum. Durmamaya yeminli gidişler büyüttüm içimde, varmanın telaşına sarılarak. Giyindiğim rollerim, kâbuslarımı ezberden canlandırdı. Taşların ruhundan insanların algılarına köprüler kurdum istemsizce. Hücrelerimle biliyordum ayaklarımın altındaki evrenin kayıp gittiğini. Yolcuların yüzlerinde işaretlenmiş gibi seyrettim evreni. Evren kayboldu.

Kayıpların cehennemine layık olmadığımı yüzüme vurup kovdular. Yürümeyi yeni öğrenmiş canlıların heyecanıyla bata çıka ilerledim cehennemin görünmez merdivenlerinden. Karanlığın ışığa ulaştığı yerde kelimeler karşıladı gülümseyen şarkılarıyla. Harflerin kadere teslim edilmediği cümleler kurduk onlarla. Ölümün soğukluğuna karşı ısınmak için ormanımdan kozalaklar topladım. Kaybolan evrenin her bir atomunu diriltip ilmek ilmek ördüm can yeleğimi. Gidenleri bağış bayraklarıyla uğurladım, gelenlere solucanlarımı ikram ettim. Yılanlarımı göstermediğime minnet duydular. Ellerim ceplerimde, dudaklarımda inceden ıslıklar, nisan yağmurlarıyla arındım. Can tohumlarımı, genlerimden ayıklayıp sere serpe ektim. Kınadılar. Omuzlarımdan suçlayıcı bakışları atıp, sevdalı kuşlardan kanatlarını emanet aldım. Verdiler.

Gide gele yollarım cennete uzuyordu. Uzaklardan gelen huşu dolu hislerden ürktüm. Dağlarımdan otlar toplayıp şifa buldum. İki sepet çiçeğim bir de değneğimle cennetime veda ettim. Üzülmeden, anlaşarak ayrıldık. Dört yapraklı yoncalarım şans oldular baharlarıma. Karahindibalarım uç uç böceklerimle yarışa tutuştu maviye doğru. Asmalarım dallarında salkım salkım hayallerimi büyüttü. Yemyeşil, uçsuz bucaksız vadilerimde düş keşfine çıktım. Yılanlarımdan her biri derisini geride bırakarak zehirlerini canıma akıttı. Sonsuzun döngüsünde kılıktan kılığa girebilen canlar oldum. Canlarımın ötesinden, emeğimin gölgesinden ünledim tüm çocuklara. Harflerim satırlarda uçuşurken, ben düşlerimle yeniden gerçek oldum.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: