Dedem evde en iyi arkadaşımdı. Boş, kocaman ellerine hayal kırıklığı ile baktığım bir anda bana cebinden akide şekerleri çıkarıp, verirdi. Benim akide şekerlerinin tadı damağımda henüz şeker keyfim bitmeden, diğer cebinden çıkardığı parlak sigara paketi kâğıdı ile minik bir uçak yapar, birlikte uçururduk.

Dedemlerin odasında iki somya divan, bir kuzine soba, kapı girişinde minik bir radyo ve yanında kocaman tüplü (günün belirli saatlerinde çalışan) televizyonumuz vardı. Güzel kanaviçe örtülü somya divanlar orada dursun, biz genelde kuzine sobanın etrafındaki minderlerde otururduk.

Ah dedem! Sahi dedemi anlatıyordum. Dedem muhteşem adamdı. O iki dakikada ürettiği sigara kâğıdından uçak, paketin metal renkli parlak kısmını kullandığı için gerçek uçağa benzetirdim. Gözlerimi kısıp uçuşunu izlerken öyle güzel hayallere dalardım ki…

Odanın orta yerinde sobanın etrafında babaannem ve dedem otururlar. Ben odanın bir o köşesine bir bu köşesine koşar, uçağımı en son sobanın üstüne düşürüp alamayacak duruma gelinceye kadar uçururdum. Kuzinenin o muhteşem kızıl alevleri saniyeler içinde güzel oyuncağımı küle çevirirdi. Alevlerin kızıl rengini izlerken hayranlığım, uçağımın kül olması ile üzüntüye dönüşürdü. Üzülürdüm, ama bu üzüntü öyle çok da uzun sürmezdi. Çünkü tamda bu anda yine sevgili dedeciğim devreye girerdi. Yeni bir oyuncak mı? Hayır! Bu defa dedem kendisi uçak olurdu. Beni sırtına alır, kollarını iki yana açar, küçücük odada beni çok çok uzaklarda, en uzaklarda gezdirirdi. Hayallerim, dedemin sırtında gezdiğim gördüğüm o yerler öyle güzeldi ki: Önce yeşil çayırlardan geçerdik. Sonra mavi pınarlar, dereler, şelaleler… Sonrasında karlı dağlara çıkardım, küçük tepeciklerden sürekli yükselen dağlara çıkardık. En zirveye ulaştığımızda ellerimi ağaçtan elma toplarmış gibi yukarılara kaldırırdım ki; işte tam da o anda gökyüzüne ellerimle ulaşmış, bulutlara, aya ve yıldızlara dokunup selamlaşıyor olurdum. Dedeciğimin omuzunda hayalimde gezdiğim, gördüğüm bu muhteşem manzaralar benim dilimde kahkaha olur o minicik odayı çınlatırdı. Dedem en nihayet yorulduğunda, bu muhteşem uçak; beni, hava meydanı diye babaannemin dizleri dibine iniş yaptırarak bırakırdı.

Babaannemin elleri hiç boş durmazdı. Bizler için dikiş diker ya da en renkli yünlerden hırka veya süveterler örerdi. Sessizce sokulurdum babaannemin yanına. O da beni hiç fark etmiyormuş gibi elindeki işine devam ederdi. Bu arada sevgili dedeciğim o an icat ettiği oyuncağımı bana gizlice uzatırdı.

Dedemin boynunda fular gibi taşıdığı mendiller vardı. Pamuklu kumaştan kahverengi, beyaz ya da mavi renklerinde mendiler. Dedem o mendillerden bir tanesini küçük düğümlerle minik bir fareye benzetirdi. Babaannem ise elimdeki farenin gerçek olmadığını bildiği halde, her seferinde aynı heyecanla korkar, hatta tiksinirdi.

Daha geç saatlerde ise dedem, sigara paketinin diğer kâğıdını çıkarırdı. Bu kâğıdın bir tarafı kırmızı ve siyah yazılardan oluşurdu, arka tarafıysa beyazdı. Şimdiki oyuncağımı size nasıl anlatsam: Kırmızı kanatlı, ben kuyruğunu asıldıkça kanatlarını çırpan minik bir kuş! Dedem beni dizlerine yatırır. Minik kuşum elimde ara ara kuyruğundan asılır, kanat çırpışını izler, o sırada ona ne isim vereceğimi düşünürken… Dedem ise anlattığı masallarda beni; benim hayal dahi edemediğim ülkelerde gezdirir, kulaklarıma öyle güzel kuş isimleri fısıldardı ki… Beni her gece ayrı bir masalla uyuturdu.

Tabi günler hep böyle geçmiyordu. Daha sonraki günlerde dedemlerde geçireceğim saatler okulların açılması ile kısıtlanırken, annemde de anlamsız kıskançlık ve huysuzluklar başladı. Benim eskisi gibi sık sık dedemlere gitmeme izin vermiyordu. “Deden rahatsızlanmış, istirahat edecek veya okullar açıldı ders çalışmalısın” gibi bahaneler buluyordu. Arada annemden fırsat buldukça gizlice gidiyordum. Ama bu gidişlerimde de eski ilgi alakayı bulamıyordum. Tahminim dedem de ‘eskisi kadar sık ziyaretine gitmiyorum’ diye bana darılıyordu. Çünkü ceplerinde benim için akide şekerleri bulundurmadığı gibi, artık bana oyuncaklar da yapmıyordu. Beni kucağına dahi almıyordu. Oysa ben onun masallarını o kadar çok özlemiştim ki…

Dedem beni görür görmez babaanneme sesleniyor, “hadi benim güzel torunumu al da, siz biraz mutfağa gidin” diyerek beni odasından çıkartıyordu.

Zamanla dedem de babaannem de böyle değiştiler. Babaannem önceleri sadece benim için pişirdiği su muhallebisinin şimdi yarısını dedeme ayırıyordu. Bir keresinde çok kızdım, dedem için ayırdığı su muhallebisine babaannem görmeden tükürdüm! Ertesi sabah da onları gizlice izledim. Dedem hem öksürüyor hem de su muhallebisi renginde kusuyordu. Benimle eskisi gibi oyun oynamayıp, beni üzdükleri için, bu da babaannemle dedemden intikamım olsundu. O gün dedemin beni sevmesi, benim için akide şekerleri alması, bana yine kâğıttan uçaklar, kuşlar yapması ve beni masallarla dizlerinde uyutması için dualar ettim. Hem de gizlice ağladım.

O günün sabahı uyandığımda üstüm açılmış, gece üşümüşüm. Annem her gece üstümdeki örtü açılmasın diye defalarca kontrol ederdi. Ama bu sabah uyandığımda annem ve babam evde yoktu. Mutfağa baktım, benim kahvaltımı da hazırlamamışlar. Annemi bahçede bulabilirim umuduyla dışarı çıktığımda, dedemlere giden kalabalığı gördüm. Merak edip, ben de peşlerine takıldım. Bir sürü büyük insan arasından sessizce ilerleyip, dedemin odası kapı eşiğine geldim. Dedem yatağında yatıyordu, üzerindeki beyaz örtüden yüzünü göremedim. Etrafında annem, babam, babaannem ve bir sürü insan hıçkırıklarla ağlıyordu.

Kapı eşiğinde beni fark etmeyen bir teyzenin ayağı benim bacağıma çarpınca sendeleyip iki adım geri çekildim. O an önümde yere düşmüş boş sigara paketini gördüm. Paketi görünce çok değerli bir mücevher bulmuş gibi heyecanlandım. Önce paketteki jelatini çıkardım, kırmızı ve parlak sigara kâğıtlarını aldım doğruca babaannemin mutfağına koştum.

Mutfakta güzel bir karşılaşma, işte ordaydı; kocaman bir tencere su muhallebisi.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: