Makus Mahallesi; mütevazı, gürültülü ve ev fiyatlarının piyasa normallerinde sayılabileceği bir mahalledir. 1970’ler den sonra kurulmuş, beş – altı katlı gösterişsiz ve çoğunun dış boyası yapılmadan sıvasıyla bırakılmış apartmanlardan oluşan bir mahalle. Herkes birbirini tanır, bilir burada.

Muhafazakâr bir mahalledir Makus. Geleneklerine bağlı insanlar yaşar burada. Çocukları, oynadıkları her maçta kavga edip birbirlerine küfür eder. Maçtan sonra da topluca bakkala gidip, curcuna yaratıp çaktırmadan çikolata çalarlar mesela.

“Gözü kalıyor çocukların. O bakkal da milletin canını istetecek şekilde dizmesin o çikolataları.” der birinin annesi.

Örfünü ananesini bilen mahalle sakinleridir bunlar. Kazandığı bütün parayı içkiye ve kumara boca edip, evdeki kadın ve sarhoşken isimlerini karıştırdığı çocukların ne yiyip ne içtiğini umursamayan zevk-ü sefa düşkünleri bulunur bolca.

“Biraz kafa dağıtmaya hakkı yok mu bu insanların canım?” der konu komşu.

Atalarından devraldıkları milli ve manevi değerleri sonuna kadar yaşatır ve savunur mahalleli. Askerden kaçmanın, mecbur kalıp gittilerse de orada rahat etmenin tüm inceliklerini, vergi kaçırmanın da envai çeşit yolunu bilirler.

“Biz yapmasak başkası yapacak, âlemin enayisi biz miyiz?” olur mazeretleri.

Huşu içerisinde ibadet etmenin önemini vurgular sokakta görebileceğiniz herkes. Ramazan ayında oruç tutarken sokakta kavga eden adamlara kimse şaşırmaz, trafikte ağızlarından salyalar saçarak ve bağırarak küfür eden şoförleri kimse garipsemez ama.

“Akşam ezanı çok geç okunuyor. N’apsın! Oruç başına vurmuş insanların. Allah kabul etsin.” dökülür mahallenin ortak dilinden

Her Perşembe gecesi televizyona çıkan ak saçlı nur yüzlü ilahiyatçıyı gecenin geç saatlerine kadar nemli gözlerle dinler dini bütün dindaş mahalleli. Metresi yüz vermediği için, evde hazır kıta bekleyen karısını dövüp stresini attıktan sonra açar tabi televizyondaki huzur sohbetini.

“Erkek adamdır olacak o kadar.”

“Kocası değil mi ayol! Döver de sever de.”

Birbirlerine karşı çok anlayışlı ve hoşgörülüdür mahalleli. Böyle yorumlar yapar, etraflarındaki ayıpları örterler gece misali.

Dini görevleri yerine getirmek her şeyden daha önemlidir bu mahallede. Ama iftira atmamak, gıybet etmemek, yalan söylememek dini vecibe sayılmaz nedense.

Namaz sevaptır, yalan günah değildir.

Oruç farzdır. Ama onlara göre dolandırıcılık haram değildir. Bunun kadim bir Anadolu geleneği olduğunu herkes bilir.

Hele ki namus meselesi…

Her şeyden önce gelir.

Namusu için yaşar. Gerekirse can alır, can verir Makus Mahallesi.

Fakat gerçek hayat farklıdır. Mahallenin çocuklarından birkaçının babasının kim olduğunun kesin olmaması veya iş ortağını dolandırıp, ortağının karısını da kendine ikinci eş olarak alanların varlığı pek dile getirilmez.

Makus mahallesi böyledir. Ama bu, içinde yaşayan herkesin, ahalinin çoğunluğu gibi olacağı anlamına gelmez tabi.

————————

Bu mahallede büyümemişti Aylin. Makus’a geleli 2 sene olmuştu henüz. Annesiyle birlikte yaşar. Lise üçüncü sınıfa gider. Yüzü güler. Kalbi temiz bir kızcağızdı.

Alışamamıştı bir türlü bu mahalleye. Sanki insanların yüreklerinde çıplak gözle görülemeyen grotesk canavarlar yaşıyordu. Göremiyordu, duyamıyordu fakat hissedebiliyordu mahallelinin kapkara kararmış ve homurtular çıkararak atan kalplerini.

Pek arkadaşı yoktu mahallede bu yüzden. Uzak dururdu hepsinden, güvenemezdi bir türlü.

Haksız da sayılmazdı.

İnce parmaklarından dökülen duru piyano notaları, siyah saçlarının uzun örgülerine tutturulan kelebek tokaları, ilk baharını yaşamakta olan zarif bedenine geçirdiği çiçekli elbiseleri, kısacası yaşamının her adımı mahalle arkadaşları için birer kıskançlık ve dedikodu malzemesi olmuştu.

Aralarında olmaktan zorlanıyordu. Yaşadığı gezegene ait olmayan yaşam formlarının ümitsiz hayatta kalma mücadelesiydi onunki. Tozlanmasın diye Samanyolu Galaksisinin üzerini eski çarşafla örtmeye çalışan mahalle teyzesi çaresizliğiydi.

Kalbi sevgiye aşinaydı Aylin’in. Doğduğu günden beri sevip sevilmek gibi bir alışkanlık edinmişti. Bu defa farklıydı ama. Çocuk saflığından yetişkin nemrutluğuna geçişin arifesinde yakalamıştı onu bu sevgi. Çocukça masum bir sevgi ile koca kadın işi tutkulu bir aşkın tam ortasındaydı.

Sınıf arkadaşıydı Kamil önceleri.

Utangaç, mahcup, efendi bir çocuktu. Tüm cesaretini toplayıp zar zor ilan edebilmişti sevdasını Aylin’e. Gamzelerinde goncalar açan bir tebessümle karşılık alınca dünyalar onun olmuştu.

Ahir zamanda ise sevgili oluvermişlerdi.

Sınıflarındaki; üzeri, basmalı kurşun kalem ucuyla kazınmaktan kırgıbayır araziye dönmüş sıralarının arkasından kaçamak bakışlar ve elden ele uzatılan kısa not kâğıtlarını okuduklarında midelerinde oluşan kıpırtılarla geçti taze sevgililerin ilk ayları.

Aylin annesinden gizlememişti Kamil’i. Her ayrıntısını paylaşmış ve karşılığında paha biçilemez tatlı nasihatler almıştı.

Ama annesinin bildiğini kuldan saklamak zorundaydı. Sevgiyi tecrübe etmemiş konu ve sevilme konusunda son derece deneyimsiz olan komşular neler neler söylerdi arkasından sonra.

Kamil ve Aylin çok sevmişti birbirini.  El ele tutuştuklarında yüzleri kızarırdı. Zaten o güne kadar da el ele tutuşup ürkek bakışlar atmaktan daha fazlasını da yapmamışlardı. O gün ilk defa Aylin’le mahallesine kadar yürümüştü Kamil. Okul çıkışından Makus Mahallesine kadar süren 20 dakika yürüme mesafesindeki yol hiç bitmesin istemişti. Devlet kayıtlarında resmi bir adı olan bu ecinni tımarhanesinin sınırına geldiklerinde, gözlerden uzak ve rahatça vedalaşabilecekleri kuytu bir köşe buldular.

Kamil aslında planlamamıştı bunu yapmayı. Tam sevdiğine “hoşça kal” dediği sıralardaydı.

Tatlı bir lodos esti.  

Yârinin kokusu işledi burnundan kalbine uzanan otoyolun bariyer kenarlarına.

Başına buyruk ve avare birkaç siyah saç teli hapsedildikleri örgü zindanından özgürlüklerine koşarcasına sıyrılıp, Kamil’in yanağına değdi.

Yanardağlar patladı o an. Aşkın coşkusu kulaklarından dışarı çağlayanlar püskürttü.

Çizgi filmlerde âşık olan karakterlerin gözlerinde kalpler belirirdi. Onun gerçek olduğunu ve gözlerinden kalpler fışkırdığını sandı.

Çok pis gaza gelmişti Kamil. Derin bir nefes aldı. Yaradan’a sığındı ve Aylin’in yanağına minik bir öpücük kondurdu.

Huzurdan gözleri kapandı yârinin. Heyecan bulutlarının üzerinde kayıkla sefaya daldı.

Sonra hemen arkasını döndü ve koşarak evinin yolunu tuttu. Çok mutluydu Aylin. Başarısız geçen iki tüp bebek denemesinin ardından üçüncü seferde hamile kaldığını öğrenen bir anne adayı kadar mutlu. Fakat çok da tedirgindi. “Ya bir gören olduysa!”

O gece yatağının altına cennetten döşekler serildi. Rüya trenleri hep huzur istasyonlarında durdu sabaha kadar.

Sabah olduğunda ise yeryüzündeki cehennem azabı başladı onun için. Yanağına kondurulan masum ve ancak saliseler uzunluğundaki buseyi gören bir mahalleli, yapılan edepsizlik ve mahallenin namusunun düştüğü reel değer olan iki paralık eder hakkında detaylı ve devleştirilmiş şekilde hazırladığı raporun birer nüshasını Makus Mahallesi sakinlerinin eline geceden tutuşturmuştu adeta.

Mahallede görülen ilk öpücüktü bu.

Kahvaltıya ekmek almak için bakkalın yolunu tuttuğunda sanki tüm mahallelinin, ellerinde bayraklarla tören alayı izleyen bir kalabalıkmış gibi kendisini izlediği hissine kapıldı Aylin. Bu sefer farklıydı, adeta ruhunu delip geçiyordu bakışları.

Hırsız çocuklar, dedikoducu teyzeler, dayakçı kocalar, kavgacı delikanlılar, oruçlu küfürbazlar… Hepsi aralarında fısıldaşıp Aylin’i işaret ediyordu.

Ayıp…

Günah…

Terbiyesizler…

Utanma kalmamış…

Gün ortasında olacak iş mi?…

Zaten belliydi bu kızın böyle yollu olacağı…

Bakkaldan dönene kadar kulağına çalınan bu fısıltılarla ruhu parçalandı adeta. Çatal dillerden dökülen şer cümlelerinin Aylin’e duyurmak için yarışıyordu mahalleli. On dakika içinde bunlar konuşulduysa kim bilir gün boyunca arkasından neler söylenirdi.

O gün hayatı öğrendi Aylin. Bu mahallede yaşamak böyle bir şeydi.

Çok üzüldü. 21 Haziran günü tutulan orucun iftarı için 1 saat pide kuyruğu bekledikten sonra sıra nihayet kendisine geldiğinde pidenin bittiğini söyledikleri zamanki kadar, soğuk bir kış gecesi dershaneden çıktıktan sonra koşarak gittiği otobüs durağında son otobüsü kaçırdığını anladığı zamanki kadar çok üzüldü.

Günlerce evden dışarıya hiç çıkmadı. Kale kapılarının ardında daha güvenli hissediyordu kendini. Dışarıda kol gezen et yiyen zombiler ordusu ona zarar veremiyordu burada. Ama yine de üzüntüsü geçmiyordu.

Annesi sarmaya çalıştı kızının yüreğinde, tam da ömrünün baharında açılan yaralarını.

“Makus Mahallesinde yaşayanların makus talihidir bu kızım. Sen aldırma, kulak asma. Ben senin yanındayım.” dedi. Sonra ekledi, “Bu dünya böyledir işte. Sevmeye tahammül edemeyen, sevilmeye alışmamış insanların oluşturduğu toplumlarda sokak ortasında adam öldür, çal, çırp, dolandır, kavga et, bağır… Kimse yadırgamaz. Ama maşuğun aşığını yanağından öpmesi kabul edilemez. Bu toplumda hiç yadırganmadan barınmak istiyorsan kızım; kavgacı ol, bağır, söv. Ama kimseyi sevme, kimseyi öpme. En büyük günahların bile gündelik yaşam kaygılarının makul mazeretleri sayıldığı bu mahallede, sevginin en büyük erdem sayıldığını bilen yegane insan olarak daha çok ağlarsın.”

Annesinin nasihatleri de avutamadı Aylin’in körpe duygularını.

Günler günleri, üzüntü ve öfke ise depresyonu kovaladı. Aylin baktığı her yerde, işittiği her seste kendisine yapıştırılan namussuz yaftasını hissediyordu. Mahalleden aynı okulda olduğu çocuklar okulda da yaydılar bu kötülüğü. O yüzden artık okula da gitmez oldu.

Annesi çok çırpındı, çok konuştu ama gücü yetmedi. Gülümsediğinde Konya Ovasından çağlayanlar akardı önceden. Şimdi ise çağlayan şelaleler kurudu, yanaklarındaki güller soldu.

Her geçen saniye duygu duygu, hücre hücre tükendi Aylin.

——————————–

Mahallede görülen ilk öpücüktü bu.

Bir avuç ilaç vesile oldu, Makus Mahallesinin çektiği tetiğin namlusundan fırlayan kötülük mermisinin günahsız bir kalbi delik deşik etmesine.

Bir öpücük ancak bu mahallede bu denli ölümcül olabilirdi. Saçlarında bülbüller öten, kalp atışlarında şiirler söyleyen tazecik bir hayat, bir öpücükle sona erdi. İntihar etti Aylin.

Tam tersi olması gerekmez miydi?

Masallarda hep öle olurdu hani. Bir öpücükler savaşlar biter, güzel prensesler sonsuzluk uykularından uyanır, kurbağalar yakışıklı prenslere dönüşürdü.

Masallardaki kurallar işlemiyordu Makus Mahallesinde. Adı gibi talihi de makustu.

Mezarı kazıldı, mezar taşı dikildi Aylin’in

Kamil aylarca geçemedi mezarlığın önünden. Vicdan azabı hissetti. “Benim yüzümden.” dedi.  Kızdı, bağırdı, isyan etti. Düşman oldu Makus Mahallesi sakinlerine. Ama Aylin’i geri getiremedi. Masallardaki gibi öpseydi sevgilisini, o da hemen uyanıverseydi. Olmadı.

 Kendini hazırladı, mezarını ziyarete gitti nihayet. Masum bir öpücük yüzünden ölen ilk aşkının mezarına damladı gençliğinin en acı gözyaşları.

Mezarına kapaklanmak, mezar taşına sarılmak öpmek istedi. Fakat etrafta insanlar vardı. Utandı Kamil. Mezar taşını öpemedi.

Saklamaya çalıştığı gözyaşlarını elinin tersiyle sildi, kimse görsün istemedi. Ağlamak da öpüşmek gibi yasak olabilirdi bu mahallede.

Ürkek bir tavırla, parmaklarının ucuyla mezar taşına dokunup mezarlıktan uzaklaştı.

Mezar taşını sevemedi bile.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: