Akıl dediğimiz şey, çok ince bir ipten başka bir şey değil. Kopması için çevrenizdeki insanlar iki tarafından da çekiştirir. Bazıları ipin iyilik olan ucundan bazıları da kötülük olan tarafından tutar. Şöyle bir geriye yaslanın ve hayatınıza bakın, kimisi size en fazla zararı verirken kimisi

de elinden geleni yapar ve sizi hayatta tutmaya çalışır. Bu çelişkide insanları sınıflandırmak yapılacak en kötü şey olacaktır. Sınıflandırmanın sonucu beklentiyi oluşturur. Beklenti karşılanmadığında ise karakterinizde üstesinden gelemeyeceğiniz, önemi düşükten yükseğe doğru artacak şekilde olaylar silsilesi başlar ve ipin ortasında iki tarafa da bakmaya çalışan size, insanlık tarihinde yapılan bunca şey çok mantıksız gelir ve bu durumun sonucunda ipin

Kopmasına gerek kalmadan ortasından kesen siz olursunuz. İp gittiğinde, aklın işleyişi de değişir. Kaldırabilecek olanlar kendi düzenlerini kurmayı çok basit bir şey olarak görebilirken, bunların üstesinden gelemeyenler aklını kaybetmiş sayılır

ve içlerindeki dünyayı dışarıya vurmaya başlar. Herkesin iç dünyası farklı olduğundan üzerinde yaşadığımız bu tek ve ortak dünyamızda, çok fazla göze batar. Bunu yapanları deli olarak görür ve üstüne de sorular ekleriz, ne yaşadı da acaba böyle oldu? Cevabını duymak

istemediğimiz ve cevap gelse de duymamış gibi yapacağımız sorulardır bunlar, sadece sormak için sorulan.

Peki, bu iç dünyalar gerçek dünyayla yer değiştirirse ne olur? Kimsenin başkasının ipini tutmak zorunda olmadığı, bir şeylerin peşinde sürüklenmediği ve iplerin koptuğu bir dünya.

 

                          …..

 

-Dışarıdaki sesleri duyuyor musun? Yine başladılar. Işığı da buraya kadar geliyor, ateşi yakmayı nasıl öğrendi bunlar? diye sordu Melih arkadaşına.

-Ne biliyim, adaptasyon böyle bir şey işte. Sanırım bir şekilde hayatta kalabilmek için fark etmeden bir şeyler yapıyorlar, ucu nereye gider hiç düşünmüyorlar. Bizi yakmasalar bari. Neyse ben biraz uyuyacağım, bir şey olursa uyandır beni Melih.

-Ne yaparsan yap bizsiz nasıl uyuyorsun anlamıyorum. Ben Meryemlerin yanına gidiyorum, biraz sohbet etmeye ihtiyacım var.

 

Yanlarına giderken tek başına attığı her adımda aklı, düşünce ağlarıyla örülüyordu. Yalnız kalmak bu dünyadaki en tehlikeli şeydi. Şu zamana kadar dışarıdakiler gibi deliliğin esiri olmamalarının en büyük nedeni yaptıkları sohbetler ve beraber geçirdikleri zamandı. Sessizliğin getirdiği beyindeki gürültüyle kimse savaşamıyordu. Hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Ve bu dünyanın böyle olmasının sorumlularını düşündü ve bunları aklından şöyle geçirdi;

 

Hepsi de toplumun zeki gördüğü adamlardı. Yaptıkları ilk şey, başlarına gelen her kötü durumu normalleştirmeleriydi. Tepki verememeye başlamıştık ve alışmıştık. Düşünmeye ve tartışmaya çalışan herkesi dışlamışlar ve deli yerine koymuşlardı. Asıl deliler dışarıdayken bizleri tek tek toplayıp buraya, deli hastanesine tıktılar ve deli olduğumuza ikna ettiler insanları. O zamandan bugüne, Dünya yeniden doğmuş ve tüm bu olayların üzerinden 18 yıl geçmişti. Nefes aldığımız bu Dünya, 18 yaşındaki bir ergenin yaşadığı düşünce karmaşaları içerisinde kalmıştı. Gözlerimizin önünde insanlar aptallaştı. Biz, her karşı çıkmaya çalıştığımızda, söylediklerimizi kabullenmemek için gülüştüler, şimdi dışarıdan biz konuşmasak da gülme sesleri geliyor çünkü içlerindeki ses her doğruyu söylediğinde bunu kabullenememeye devam ediyorlar. Sokaklarda birbirlerine vuruyorlar, konuşma sesleri yerine anlamsız bağırma sesleri yükseliyor. Küçük, büyük fark etmeden önlerine gelene saçma sorular soruyor ve istedikleri cevapları alamayınca cezalar veriyorlar. Yönetim denen bir olgu da kalmadı. Kimse kimseyi kontrol etmiyor, yasalar yerine keyifler getirildi yani kim nasıl keyif alıyorsa onu yapıyor. Buna da engel olunmuyor. Bu karışıklıkta, bize kim yemek getiriyor onu bile bilmiyoruz, her hafta pazartesi bahçede poşetlerce yemek buluyoruz. Belli ki bazılarının tam istediği dünya oluşmuş ve onlar hariç herkes kendi istedikleri gibi davranıyor ya da onların da istediği şey en başından beri buydu zaten. Bizi de yaşatmaya devam ettirmelerinin sebebi dışarıdakilere bizi göstererek göz korkutmak olduğunu düşünüyoruz. Anlayamadığım şeylerden biri, insanoğlunun nasıl geriye bu kadar hızlı gittiği. 18 yılda ateşi kaybedip tekrar buldular. Bazen orada neler döndüğünü merak ediyorum.

 

Bu düşünceler aklının köşelerine vuruyorken yürümeye devam etti ve artık ışığın geldiği odayı gördü. Hemen kapıyı tıklatıp, araladı. İçeridekiler, duvarlara yaslanmış sohbet ediyorlardı. Melih’i görünce çok sevindiler, hemen herkes bir yana kaydı ve ona yer açtılar. Melih de derin bir nefes aldı ve huzurla ortama saldı kendini.

 

Ne konuştuklarını sordu, o da sohbete katılmak istiyordu. Onlar da, beklentinin yarattığı gerginlik hissi üzerine konuştuklarını söylediler. Melih’e çok basit gelmişti bu konu ve böyle olunca da konuyu değiştirmek için ortaya bir soru attı; – Gösteri toplumu olduğumuzu düşünüyorum. Bir şeyi hayal ettiğinde, olmuş gibi başkalarına anlatmak ya da anlattıktan sonra olmuş gibi rahatlamak neyin nesi? İnsan kendisini çok kolay kandırabiliyor. İnsanlığı bu zamana kadar ayakta tutan şey ne? Aşk mı, para mı, nefret mi? Bence tamamen kendilerini onaylatma, kabullendirebilme isteği. Her gün kendimizi birilerine sevdirmek için uğraşıyoruz. En azından eskiden öyleydi. Dedi ve sustu.

 

Konuşma bayrağını Aslı ondan devraldı ve devam etti konuşmaya;

-Bu, kulağa kötü bir şey olarak gelse de aslında düzenin temelini oluşturan olgu buydu. Hayatta kalmamızı ve gelişmemizi sağlayan şey, insanın kendini övdürebilme isteğinden başka bir şey değildi zaten. Şu an dışarıdakilerin hepsi bundan bir haber ve hallerine bak. Neyi, neden yaptıklarını bilmiyorlar.

Tam konuşmasına devam edecekken Fuat, özür dileyerek konuşmasını böldü.

-Bencilliği getiren şey de bu, tüm bunların başımıza gelmesini sağlayan o insanları tetikleyen şey de bu değil miydi? Şimdi bir köşede rahatlarına bakıp, “ne iyi yaptık” diye kendilerini övüyorlardır.

 

Sohbet tam da Melih’in istediği gibi gidiyordu ama o sırada koridordan cam kırılma sesi geldi. Az önce çıt çıkmayan binadan, inanılmaz bir insan kalabalığının gürültüsü yankılanmaya başladı. Hemen kapıyı tuttular. Üzerine düşünmeyi uzun zaman önce bıraktıkları o şey başlarına gelmişti. Deliler sonunda onları bulmuştu. Odadaki herkes, sessizleşmiş ve birbirlerine bakmaya başlamıştı. Birazdan onlar gibi olacaklarını bile bile beklemek çok gergin ve üzücü hissettiriyordu. Melih kapıdan çekildi, diğerleri ona ne yaptığını sordular. Birazdan olacak şey için gergin bir şekilde beklemenin bir anlamı olmadığını ve kabullenmeleri gerektiğini söyledi. Herkes yavaşça kapıdan çekildi ve kapı aralanırken duvarda el ele tutuşup gülüşmeye başladılar.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: