Her şeyden bunalıp ağaçların arasına daldığım günlerden biriydi. Ayakkabılara sıkışmış ayaklarımı biraz özgür kılabilmek için yalın ayak yürüyordum. Bir süre böyle devam ettikten sonra düz bir alana bıraktım kendimi. Etrafın yalınlığıyla birlikte biraz da olsa rahatlamama karşın, sancı gibi gelen bir rahatsızlıkla yerimden kalktım.  ‘Güzelleştirme’ fikri zehir gibi düşmüştü aklıma.

 Bu parlak fikrin heyecanı ile otları teker teker yolmaya başladım. İşime devam ederken  ‘Buraları biraz temizler, şuraya da bir şeyler asarım.’ diye düşünüyordum. Söktüğüm her otun yerine sanki yenisi çıkıyordu ve ben yoldukça yoluyordum. Gözlerim dalda duran bir kuşa takıldığında gökyüzüne baktım. Ne için burada olduğumu düşündüm, sonra ‘neler için’ diye düzelttim. Kaçıyordum. Göz göre göre kaçarken hislerimin varlığına tahammül edemiyor,  hepsini sanrılarla kapatıyordum. Su bazlı boyayla boyanmış renkli bir bardağa bakarcasına bakıyordum başardığım (!) şeylere. Yağacak ilk yağmurda dağılacağı gerçeğini göz ardı ediyor ve bardağın güzelliğiyle övünüyordum. Romantizm akımıyla harmanlanmış bir romanın rastlantıları arasında, bumerang gibi gidip geliyordum.

  ‘Buraya bir örtü serer, terliklerimi de şuraya koyarım.’ derken son kopardığım ot, kafamda dolanan tüm düşünceleri çekip aldı. Önce otun köküne, sonra da etrafa baktım. Pervasızlığım yüzünden bir karınca yuvası mahvolmuştu. Yuvanın sakinleri, kendimle olan savaşımın arasında kalmış sivil halkı temsil ediyordu. Hâlbuki ne karıncalardı derdim ne de otlar. Sadece çoğu insan gibi ben de acımı bencillikle harmanlıyordum. Karıncalar dağılmasaydı etrafa, bencilce düşüncelerimi biraz da huzurla yoğuracaktım. Esen rüzgâr enseme bir böcek kondurmadıkça veya gri bulutlar enseme bir yağmur damlası, sürekli konuşurdum. Gece olup başımı yastığa koyduğumda hayaller bile kurardım utanmadan, insanız çünkü. Bencil ve kötü, çoğu zaman da acımasız…

  Mahvettiğim karınca yuvasını düzeltmek için deliği tıkayan toprağı temizledim. Yuvayı eski haline döndürmeye çalıştım ve asıl işime kaldığım yerden devam ettim. ‘Güzel bir yer’ yapabilme düşüncem oldukça azaldıysa da tükenmeyecek kadar cüretkârdı. Nasıl olacağını düşlerken geriye kalan birkaç şeyi toparladım. Sanrıların rehavetine kapılalı epey zaman olmuş, hayaller çoktan dış dünyamda boy göstermeye başlamıştı. Eski bir koltuğun yeni kaplamalarını andıran bu durumu çok da umursamadan son malzemeleri almak için eve gidecektim. Başardığım bu mükemmel şeye anlamsız bir ifadeyle bir kez de uzaktan baktım. Daha fazla dayanamayıp daldaki o kuşun, dağladığım toprağın,  yolduğum her otun ve rahatsız ettiğim her karıncanın bildiği o gerçeği,  sesli bir şekilde kendime de itiraf ettim: ‘‘Kuvvetle akan bir derenin yatağına, altı katlı bir bina inşa ettim. Sıra minik bir posta kutusunda…’’

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: