Toprak yoldan kıvrıla kıvrıla tepeye doğru tırmanırken, arkasındaki toz bulutu kızıl güneşin altında savruluyordu. Evdeki eksikler için sabah yaptığı listeyi, sahilde geçirdiği sakin günün ardından uğradığı semt pazarından toparlamıştı. Gözü yolda, bir yandan da akşamki toplantı için okuduğu kitapla ilgili düşüncelere dalıyordu.

Yazın bu sıcak günlerinde serin denize kendini bırakmak, halk plajına kurduğu minik köşesinde, şemsiyesinin gölgesinde kitabını okumak, soğuk sodasından aldığı yudumlar eşliğinde rüzgarı teninde hissetmek, yıllarca hayalini kurduğu gibi bir erken emeklilik yaşamak ona haz veriyordu.

Yine de belli belirsiz bir hüzün hissi yakasını bırakmıyordu bir türlü. Müziğin kesilmesi ile bir an nefesini tuttu. Ekranda Nehir’in adını görünce yaşadığı hayal kırıklığını hızlıca atıp, direksiyonun sağındaki büyükçe ekranda cevapla yazısına dokundu. ¨Merhaba annecim, nasılsın bugün? Hava nasıl?¨ diyen heyecan ve enerji dolu ses arabanın içine hemen yayıldı.

¨Harika! Dışardaydım bütün gün. Eve dönüyorum şimdi. Bu akşam Nigar Hanım’ın davet ettiği kulüpte sana da bahsettiğim kitap hakkında konuşacağız. Bir Amerikan Evliliği. Senden ne haber?¨

¨İyilik, ne olsun. Sınavlar, koşturmaca. Şu asistanlık işini almaya çalışmakla uğraşıyorum, hoca perişan etti beni istekleriyle.¨ gülerek devam etti. ¨Ben de beğendim kitabı. Hatta demin babamla konuşurken onun da okuduğunu öğrendim. Geçen gün bahsetmiştim yeni aldım diye. ¨

¨Gerçekten mi? Öyle şeyleri pek sevmezdi aslında ama? Nasılmış?¨ Yüzündeki hafif gülümsemeyi ve kendisinin bile görmemezlikten geldiği gözlerinin parlamasını dikiz aynasında fark edince yanakları pembeleşti. İyi ki görüntülü konuşmuyorlardı.

¨İyiymiş merak etme. Hiç anlamıyorum sizi anne! Hem yıllarca mutlu ve çok iyi anlaşan örnek çift olun, hem de tam bizi sepetleyip baş başa hayalinizi kurduğunuz emekliliği yaşama zamanı geldiğinde, anlamsız ve gizemli bir şekilde ayrılmaya karar verin. Neymiş, kendi benliklerine dönüp, önceliklerini, ne istediklerini keşfetmeleri lazımmışmış. Birbirinizden arınmak için verdiğiniz üç aylık süre bu akşam bitiyor ama ben hala tam bir saçmalık olduğuna inanıyorum bütün bunların!¨

¨Haddini aşma istersen Nehir!¨

¨Pardon!¨

¨Bu akşam mı doluyor o üç ay gerçekten?¨

¨Aman anne, hiç rol yapamıyorsun biliyorsun değil mi?¨. Gülüyordu yine.

¨Bizi anlamanı beklemiyorum zaten. Daha çok gençsin. Ayrıca da babanın sağlığı yerinde mi diye sormamda ne var? Sonuçta düşmanım değil ya. Otuz beş yıllık en yakın dostum her şeyden önce.¨

¨Tamam, sinirlenme canım. Zaten sizinle uğraşacak zamanım da yok, şu hoca ile toplantım var sabah erkenden. Kütüphaneye gidip çalışmam lazım. Biraz para kazanayım diye çektiklerime bak.¨

‘Evet,’ diye geçirdi içinden, ‘biraz kazansan ve yükümüzü hafifletsen hiç fena olmaz hani.’

¨Kendi ayaklarının üzerinde durman hele de bir kadın olarak çok önemli, biliyorsun. Aferin sana!¨

¨Arkadaşların gelecekti bu aralar sana kalmaya! Reunion yapacaktınız kızlarla hani, nasıl geçti?¨

¨Olmadı o plan. Herkesin bir işi çıktı. Eşlerini bırakamadılar falan. Zoom yaptık geçen cuma akşamı. Herkes kendi yemeğini aldı önüne. Şarabını açtı. Öyle sanal sanal kutladık bu sefer dostluğumuzun kırkıncı yılını. Ellide belki Avrupa’da falan buluşuruz, kim bilir?¨

Eş kelimesi geçince, annesi belli belirsiz duraladı ama Nehir onu üzmemek için üstelemedi bu sefer. Erkek kardeşi ve kendisinin hayatlarında pek de bir şey değişmemişti üç aydır aslında. İkisi de farklı ülkelerde okullarına devam ediyorlardı. Annesi, babası ile parça parça bir araya getirip kurdukları emeklilik yuvalarında, birlikte kurdukları bir hayali tek başına sürdürürken; babası da yıllarca ailecek yaşadıkları İstanbul’daki evlerinde yalnızlığı test ediyordu.

¨Nehir’cim, eve geldim. Torbaları taşıyıp hemen bir şeyler yemem lazım. Katılacağım ilk toplantıya geç kalmak olmaz. Sonra konuşuruz yine olur mu? Sen de git dersini çalış. Öpüyorum seni canımın içi. Kendine iyi bak.¨ durakladı. ¨Babana da onu sorduğumu söyleme sakın, söz?¨ diye ekledi.

¨Tamam tamam, merak etme sen. İyi eğlenceler.¨

Telefonu kapatmış, çantasına atmıştı bile. Önce evin kapısını açtı, elindeki çantaları yere bıraktıktan sonra arabadan birkaç şey daha alıp içeri girdi. Akşam güneşi ne güzel aydınlatıyordu terasın cam kapılarından girerek geniş salonu ve açık mutfağı. Hep böyle hayal etmişti. Her şey bir arada, ferah. Yan tarafta yatak odası, ofis ve misafir odası olarak da kullanılan ufak bir oda daha ve banyo vardı. Temizlik ile harcayacak zamanı yoktu. Hayatı derin derin içine çekmek, okumak, yaşamak ve hissetmek istiyordu artık.

Aralık olan cam kapıları sonuna kadar açtı. Tül ya da perde yoktu manzara ile arasına girecek. Derin bir nefes alıp mutfağa döndü. Dolaptan dün açtığı şişeyi çıkardı. Bir kadehe soğuk beyaz şarabını doldurdu. Düşünmek istemese de Nehir’le konuşmaları, hayatındaki sessizlik, bu evde ona haz veren her detay, geride bıraktığı sevgilisini aklına getiriyordu. Bunca yıl her şeyi birlikte yaşamak, ortak hayaller kurmuş, ortak yaşamlar sürmüş olmak onları nasıl da boğuvermişti tam da yokuşun tepesine çıkıp soluklanacakları sırada. İkisi de kendilerine odaklanmak istediklerini aynı zamanlarda fark etmiş ve açılmışlardı birbirlerine. Kavga etmemişler, bağırıp çağırmamışlar, birbirlerine kızmamışlardı bile. Onun nasıl hissettiğini bilmiyordu şu an ama, o karar gününden beri kendi kendine kızıp duruyordu bir yandan. Hep eksik hissediyordu hala bir şeyleri.

Kendi hayatını yaşamak; başka birisi için ne ister, onu ne mutlu eder diye düşünmemek; odağa kendini almak iyi gelmişti başlarda. Ve hala da zaman zaman iyi geliyordu. Ama işte o yalnızlık ve güzel olan şeyleri paylaşamamak yok muydu? Taşıdığı yüklerden sıyrılmayı sevmişti ama, yükleri özlemeye başlamıştı bir yandan da. İşin bu kısmını hiç düşünmediğini fark etmek çok acıydı. Böyle hisseden sadece kendisi miydi acaba?

Birbirlerine verdikleri üç ay aramama, konuşmama sözünü tutmakta başlarda çok zorlanmıştı. Boş duvarlara, arabada yan koltuğa dönüp az seslenmemişti ona.

Ne bırakmıştı, ne de bırakılmıştı! Aslında bırakamamıştı. Tek başına yaşar görünse de hayalinde o hep eşlik ediyordu kendisine. Çalan her kapıyı o diye açıyor, telefonlara cevap vermeden önce nefesini tutuyordu. Birlikte keşfettikleri kafelerde, restoranlarda her an masasına oturmasını bekliyordu. Sözünü tutmamasını deli gibi istiyor, ama tutmazsa nasıl kızacağını da çok iyi biliyordu.

Terastaki yuvarlak masada kızarmış ekmeklerin yanında, peynir dilimleri, kırmızı üzüm ve cevizlerle birlikte şarabını yudumlarken, kulüp için aldığı notları gözden geçiriyor ve bir yandan da batmakta olan güneşin denizin üzerindeki yansımalarına, ışık oyunlarına bırakıyordu kendini.

Toplantı, üyelerin çoğu kış için yaşadıkları şehirlere döndüklerinden bilgisayar ortamında yapılacaktı yaza kadar. Not defterini çıkardı. Sanal oda numarası ile şifreyi de girerek dahil oldu bu yeni serüvene.

Harika sohbet göz açıp kapayıncaya kadar bitmişti. ‘Acaba o neler düşündü?’ diye içinden geçirmeden edememişti yorumları dinlerken. İyi gelmişti ona bu yeni aktivite. Gelecek ay tartışılacak kitabı, yarın hemen alıp okumaya başlamak için sabırsızlanıyordu.

Bilgisayarını kapatırken, içerden gelen müziğin farkına vardı birden. Ne şans ki onların şarkısı çalıyordu. ¨Strangers in the Night¨ diyen Frank Sinatra’yı duyar duymaz iki damla belirdi göz pınarlarında. Saatine baktı, 12:05 idi.

Telefonunu eline alıp sesliye aldığı sırada aynı melodi orada da çalmaya başladı. Ve yanaklarında gamzeleri ile gülümseyen onun en şirin haliyle resmi parladı ekranda. Bırakamadığı, bırakmayacağı, hep elinden tutup, her nereyeyse birlikte yürümek istediğiydi o.

 

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: