Kapıyı çarpıp çıktığı zaman anladım. Dilimin ucuna gelip de söyleyemediğim her şeyi. Sevdiği renkleri, en çok maviyi. Güvercinleri. Kuşkonmazları. Mayonezli pilavı. Tüm dünyayı. Biliyordum hepsinin derdi aynıydı. Anlaşılmak. O sevdi diye sevemedim tüm hepsini. Yürüdüğüm yolun gölgesiydi, kendince gezindi. Varoluş amacını unutmayı diledi yanımdayken. Ruhunda iyiler ve kötüler harbe tutuşmuşken, eline iki fincan kahve alıp kapımda belirdiğini. Hiçbir şey yokmuş gibi gülümsediğini.

Durun en baştan anlatayım. Onu nasıl tükettiğimi. Hayata umutsuzca tutunmaya çalışan, solmuş bir bitkinin kökleri gibi. O bana sarıldıkça, benim onu nasıl budadığımı anlatayım. Zamansız bir rahatlığa bürünmüştüm. Belki asla pes etmez sandığım içindi. Yaşamın en dikenli tarafına tutunan bir huyu vardı çünkü. O hırslı, o beklentisiz, o bitimsiz düş dünyası vardı. İçinde kaybolduğum. Yanında yürürken bir masalın şehzadesi olduğum. Şimdi nerede olduklarını hiç bilmediğim. Çelişkisiz uyanışları vardı. Gecenin bir yarısı kalkıp yatağa bağdaş kurduğu. Üstünü örtmeyi reddettiği. Kirpiklerinin sayısını ezberlediğim, ama gizlediğim. Beni zehirleyen bir çekim gücü vardı, sürekli, sürekli inkar ettiğim.

Tek fotoğrafımızı da alıp götürmüş. Duvar boş, çerçeve bomboş. İçimdeki okyanusun derinlerindeki tüm odalar boş. Hıçkıramayacak, göz pınarlarımı harekete geçiremeyecek kadar kibirle kaplıyım. Bu yüzden öylece dikiliyorum ve anlayamadığım her şeyin ilmine vakıf olmaya başlıyorum yavaştan. Sanki bu fark edişle beraber yalnız onu değil, evreni de kavrıyorum. Bu kadarı acımasızlık olacak ama ondan gizleyemeyeceğim artık bunu. Koştuğu sokaklar boyunca koşmaya ilk defa hazırım. Ben buyum çünkü. Böyleyim. En son annem giderken böyle acımıştım, en son annem giderken arkasından kapanan kapıya uzun uzun bakmıştım. Gerisini hatırlamıyorum.

*

Kapıyı çarpıp çıktığım zaman anladı. Hayat damarlarımdan birini kesip kopardığımı. En sevdiği rengi, en çok siyahı. Atları. Uçakları. Pırasa yemeğini. Hepsini, ama hepsini.

Sokaklar boyu koştuktan sonra, ardımdan gelmediğini bilmenin verdiği keskin sızı ve birazcık yok oluşla beraber elimi çantama attım. Biraz karıştırdım, kibrit kutusu. İçinde bir tane çöp kalmış. Tek atımlık şansım vardı. Evren o şansı ıskalamadı ve ateşi sundu bana. Diğer elimde tuttuğum ise, beraber çekilen tek fotoğrafımızdı. Ne önemi vardı ki?

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: