Ağrısı var bulutların çünkü boşalmak için dolduruldular. Aynı insanlar gibi kendi tükettikleriyle besleniyorlar. Öyle olmasa yok olurlar. Çünkü kendi etinden daha tatlısı yoktur. Nereden mi biliyorum? Kibele’den, ona göre bulutlarla insanlar arasında hava değil düşünceler var ve bunlar ağır geldiği, birinin üstüne bindiği zaman o kişi ruhunu gökyüzüne teslim ediyor ki gökyüzü taşıya bilsin hin fikirleri. Yoksa barajlar taşardı. Bir gün madenler bitince yani telefonlarınızın şarjı bitince büyük bir usta dünyaya tekrar inip tanrının eserini ona ulaştırmak için çizecek. Eminim tanrı bu çizimi çok beğenecek ama onu saklayamayacak. Saklarsa kendi eserine ihanet etmiş olur. Düşünsene Kızıldeniz’ in kızıl olduğunu bu tüm timsahlara hakarettir. Hakarette timsah ismi gibi insan işidir ve ölüm işlemekle başlar, işleyememekle biter. Arada insan sadece işler. Çocuk yapar kadınlar. Bu yüzden tanrının tasviridir dünyada ve onları da işletir. Her çocuk tek başına işlemeği öğrendiğinde bir gün öleceğini farkına varır. Çünkü gidişatı kavramıştır artık. Ne Kızıldeniz kızıldır ne de Karadeniz kara hepsi insan işidir. İnsan yok olmamak için işinin arasında bir şeyler yaratmak ister. Bu yüzden isim verir her şeye başta kendisine. Peki, yok olmaktan bu kadar korkan insanlar neden tekrar tekrar korkuyu yaşayacak nesiller üretir. Vallahi bu muamma. Hadi şarkılar söyleyip dans edelim bugün tanrı hepimizi ölümsüzleştirdi. Dedi ki ‘’ yaşayın ‘’ yaşayalım tabii. Hem yaşamak istemek çok güzel tıpkı ördekler gibi. Çünkü ördekler yaşamın gizli koruyucuları. Onlar olmazsa dünyanın bütün dengesi bozulur. Denge her şeydi bir zamanlar. Şimdi her şey dengesiz acaba ne zaman ölürüm? Çoktan olması gerekirdi. Hala buradayım. Bir şey söyleyeyim mi? Yaşamak istemek tuhaf şey. Annemden duydum bu lafı boynu tavana doğru uzarken ayaklarının yerden kesilmesi adeta uçması o kadar güçlüydü ki nefesi yetmedi kanat çırpmaya. Sonra indirdiler onu. Eski bir fotoğrafı vardı.  Aslında insanlar bir kere ölmüyor. Her unuttuğumuzda ölüyoruz. Bu korkumu hafifletiyor. Mesele eski bir fotoğrafa baktığım zaman orada ki sanki ben değilmişim gibi. O anı, kimin çektiğini, mekânı, hiçbir şeyi bilmiyorum. Hatta fotoğrafta ki ben olduğu iddia edileni bile tanımıyorum. Ne sever? Ne yer? Ne içer? Bir derdi var mı? Her unuttuğumda öldüm her unutamadığımla yaşıyorum. Hatırlamadığım eski fotoğraflara bakmak bir ölüye bakmaktan farksız. İsmimin ilk söylendiği zamanı hatırlamıyorum. Annemden süt içişimi de ‘’bak bu önemli’’ yaşamak için hunharca göz pınarlarımız kuruyana kadar istedik. Kim yaşıyorsa almış isteğini. Bunları bile hatırlamazken şimdi herkes de bir yaşamak kaygısı. Bir keresinde garip bir şey hissetmiştim. Böyle hunharca ölümü düşünmek düşünürken de sonsuza kadar yaşamayı istemek gibi.

İnanmıyor musunuz? İnanmayın. Haklısınız. Ben de bazen kendime inanamıyorum. Neler yapabileceğimi düşündükçe. Boş binalar görüyorum rüyalarımda bir anlam vermeye çalışıyorum olmuyor. Yargılamayın hemen herkes kendi anlamıyla var olur. Ben kendi anlamımla yok olacağım çünkü benimki eziyet. Düşünceler soğuk. Bir yılbaşı günü çatılardan aşağı doğru rengârenk ışıklar saçarak akıyor zaman. Sokak lambaları sabit. Işığı olmayan bir gülümsemesi var herkesin bu rengârenk gökyüzünün altında. Oysa bir kelime yeter özgürlük için. Düşünce ezici bir yük ama onsuz da özgür olunmuyor. İşte bu özgürlük yok oluşumun anahtarı. Düşünmek istemiyorum, düşüneceğim. Aptal hafızalar elektrik tellerinden aşağı akar. Diğerleri diye bir şey yok. Yeni mısırlı bir tanrı elektrik telleriyle mumyalamış kendini. Bana da lütfen. Dediğine göre tanrı dediğin elektriği hissetmeliymiş. Buna nehirler kururdu. Niyeyse kurumadı. Düşünmeyeceğim aptal bir hafıza biriktikçe büyümüyor da en olmadık zaman da maddeleşiyor. Şimdi tutsaklığımın son zamanları bu zihin. Birazdan bir hissizlik. Kalbimin durduğunu hissedince kaldırımlar al al olacak. Zihnim havalanıp gökyüzüne karışıp bir güvercinin kuyruğunda taklalar atarak yok oluşunu kutlayacak. Herkes yok oluyor ama ben kendi kararımla. Benim kararlarım bir zaruretten belki, olsun mavi gökyüzü kucaklar beni. Mesela otobüsler dolacak, vapurlar batacak, bir kadın âşık olacak. Aşk dedikleri kaldırımlarda ki kırmızılıklar bazıları için. Oysa yaşanamayacak hale getiren kırmızı değil aşağılık zihinler. Gökyüzü olmak istiyorum ama bunu da tanrı yerine getirmeyecek. İtirazım ya da kinim ona değil sakın ha bana bir anlam yüklemeyin. Sadece öldü deyin. Kimsenin yüzü kızarmasın kaldırımlar yeterince kırmızı.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: