“Ne dilesem olacakmış gibi bir gece” diye geçiyordu kalbimden. Yine de gecenin soğuk demlerine doğru giderken yürümekten iyice tükenmeye başlamıştım. Şehrin ucundaki uzunca sahilde çalışmalar şimdilik durmuş, şantiye sahasına dönen sahil şeridin de sadece karanlık hakimiyet sürüyordu. Son bir çıkış umuduyla ucu çıkmaza ve siyaha giden sokağın içinde ilerlemeye koyuldum. Gittikçe kendimi siyahın içindeki bir siyah nokta gibi hissetmeye başladım. Sokak lambalarının ışığı gerilerde kaldıkça koca şehrin dibindeki ıssız sahile yaklaşıyordum. Gizemsellik taşan dakikaların ardından sahili kaplayan barikatlara ulaşmıştım. Engelin ardında çarşaf gibi serili yatan Akdenizin ufkundan altın sarısı dolunay doğmaya yeni başlamıştı. Sonsuzdan daha uzun süre gelen bir kaç saniye şaşkın şaşkın bakakaldım bu sürpriz manzaraya. Palmiyelerin ay ışığından silueti belirmiş, mehtaplı rüzgar tembel bir dansa tutulmuş, donuk ve sessiz ama nefes alan bir manzaraydı bu. Deniz siyah kedi gibi kıvrılmış uyuyordu. kapüşonumu başımdan indirmeden etrafı bir kolaçan ettim. Elimdeki şişeyi önden göndererek barikatın altından yuvarlanarak geçtim. Kimseye fark ettirmeksizin yükselmeye devam eden dolunay denizin üzerine nazikçe yakamozlarını seriyordu.

  Kaldırımlı kısımları atlayıp çakıl taşlı sahile indim. Denize yaklaştıkça kıyıyı yalayan dalgalar da Akdeniz uykusunda bir şeyler mırıldanıyordu adeta. Dolunay ile kısa bir görüşme randevusunda gibiydik her şey aniden olmuştu. Yıldızlar daha önce görmediğim kadar net görünüyordu. Hatta gökyüzünde karanlık noktaya odaklandığım da bile, birden orada da yıldızların olduğunu fark ediyordum. Bu olay karşısında aynı anda gülüp aynı anda ağlıyordum, her ikisi de zevk veriyordu. 

  Fırçayla yatay çizilmiş bir kaç bulut kireçimsi bir grilikte sessizliğe huzurlu bir melodi katıyordu. Uçakların arkasında bıraktıkları yapmacık bulutlar ise daha nazlı siliniyordu gökyüzünden. Şehrin uğultusu uzaklardan bir yerden bazen gürültüyle bazen ahenkli müzik notaları şeklinde geçip gitse de benim tek duyduğum bu huzurlu sessizlikti.

  Şişenin içine yerleştirdiğim kağıt parçasıyla beraber paçalarımı sıvayıp denize bıraktım. Küçük bir Akdeniz yunusu şişeyi alıp hızlıca uzaklaştı. Sahibine yetiştirecekti buna emindim. Aklıma yapmamam gereken fikirlerin hepsi üşüşü verdi; ve ben hepsini yapmaya koyuldum. İlk önce soyunup koştum, şarkılar söyledim ardından soğuğu henüz kırılmamış denize girip yüzdüm. Suyun altından avucumu çıkarıp hala doğmakta olan dolunayı avucumun içine oturtturmaya çalıştım.   Özgürlük yalnızlık mı demekti, yoksa özgürlüğün kendisi mi yalnızlıktı ya da özgürlüğe ayrı bir tat veren bir kaç şeyden biri miydi yalnızlık düşündüm durdum. Bence özgürlük hissetmekti; dolunayı sadece benimle bakışıyormuş gibi hissetmek, yolculuk yapageldiğimiz dünya üzerinde bir hizmetli gibi bize sunduğu nimetleri tatmayı hissetmek, sevdiklerimle bir zerre küçüklüğündeki gezegende bir noktada beraber yaşamanın verdiği hazzı hissetmek, yaşamı bir bebek gibi çözmeye çalışmak ondaki büyüyü hissetmekti özgürlük. Özgürlük: Dünyaya geldiğini değil, dünyadan geldiğini bilmekti.

  Bir an aklıma Sinekler Tanrısı romanında ada da mahsur kalan çocuklar geldi ama mahsur kalmış hisseden ben değildim de şehirdi sanki. Aslında şehir uğultusunda haykırıyordu bunu. Giderek umudunu yitirmeye başlamış bir şehir… Derken kıyıya yaklaşan ufak bir yelkenli gördüm yanında o küçük yunus zıplayarak eşlik ediyordu. Yelkenlinin üstünde çok tanıdık simalı bir kız vardı. üstünde kırmızı bir elbise. Yunus bekledi. kız daha çok yaklaşıp beni küçük yelkenlisine aldı. Yüzü ana şefkatiyle donatılmış, gözleri bir sevgilinin dolup taşan özlemiyle bana bakıyordu. Denizde biraz açıldıktan sonra şehrin uğultusunu bir çığlık aldı. tüm binalar yıkılmaya, ışıklar birer birer sönmeye, müzikler susmaya başladı. Yelkenli kızın elini sımsıkı tutup izlemeye koyulduk. Kendi içinde mahsur kalan şehir ölüyordu sonunda çığlığı kesildikçe ölüm sessizliği serpilmeye başlıyordu. Ve kimsecikler duymadı bunu; Toros dağları kıvrılıp uyumaya, dolunay yükselmeye, fırçayla çizilmiş yumuşak bulutlar sessizliğe huzurlu bir melodi katmaya devam ediyordu. Ben, yunus ve küçük yelkenli kız katışıksız sularda ilerlerken yelkenlinin burnuna vuran ufak dalgalarıyla Akdeniz uykusunda mırıldanmaya devam etti. Tekrar geçti kalbimden ” Ne dilesem olacakmış gibi bir gece.’’

 

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: