Yine çok sıcak bir gün… İşten çıktım, her zaman ki güzergâh üzerinden eve gidiyorum. Başım dolmuşun camına dayalı… Yüzümdeki maskeden bunalmış bir hâlde nefes almaya çalışıyorum. Bir anlık kısa bir sessizlik, gözüm binaların arasından çok uzakları görüyor ve ben yine hiç yaşamadığımdan emin olduğum ama her ayrıntısını ezbere bildiğim bir yer-zaman ikileminde buluyorum kendimi. Kendime çok yakın, yaşadığım âna en uzak olabildiğine sade, ama bir o kadar esrarengiz dünyamın tenimi okşayan ılık bir bahar günündeyim.

Yer: Aydın-Kuşadası

Zaman: Akşamüzeri 18.00 suları.

Bir dükkândan çıkıyorum, elimde paketler. Butik bir dükkân belli ki, torbaları kâğıttan, el yapımı.  Yürüdüğüm yol boyu insanların yüzlerine bakıp gülümsüyorum. İlk kez karşılaşmamışım, anlıyorum. Ilık bir meltem var, pencerelerden gelen tabak şıngırtıları, bisikletle geçen çocuklar, fırından yeni çıkmış taze ekmek kokuları…

Yaşımdan epeyce büyük, eski apartmandan içeri giriyorum. Merdivenler, korkuluk, ahşap kapılar modernlikten uzak olmasına rağmen güven veriyor. Elimde tutuğum anahtarlık bir yerlerden anı gibi.  Kapıdan içeri giriyorum. Küçük mütevazı evim sanki sabah bıraktığım gibi.

Penceremden gün batımı, denizin üzerinde tüm parlaklığı ve ihtişamıyla beni karşılıyor. Pencereleri açıp, akan günün içeri dolmasına izin veriyorum. Banyoya gitmeden önce çok âşık olduğum pikabıma Schubert’ in bir plağını yerleştirip yenilenmek için suyun enerjisine bırakıyorum. Banyondan çıktığımda saat neredeyse 19.00’ a geliyor.  Plağı en sevdiğim parçaya Serenade’ a getiriyorum. Maadra Chardonnay şişemden koca bir kadeh dolduruyorum, okumaya devam ettiğim kitabımı elime alıp, pencere kenarındaki ikinci el çiçekli berjerime yerleşip kitabın kaldığım yerdeki sayfasını açıyorum…

Sonra birden agresif bir korna, yarı beline kadar camdan sarkan şoför öndeki aracın büyüklerine hiç de hoş olmayan şeyler söylemeye başladı bağıra çağıra. Benim için de bir rüyadan uyanmak gibiydi ama rüya da değildi. Hiç yaşamadığım bir anıya sıkışmış gibiyim ya da paralel evrendeki ben, pahalı zevkleri ve bir rutini olan hayatı yaşamakta… Çünkü o andan uzaklaşış ve o âna girdiğimde günler, kostümler, mevsimler değişiyor. Okuduğum kitaplar, dinlediğim efsane eserler değişiyor.  Bu yaşadığım, o sıkışmışlık, tekdüzelik hislerinden kaçışım için bulduğum bir yol belki de.

Ne olursa olsun, o hiç gitmediğim, temasa geçmediğim evde yaşadığım o kısa ve kaliteli anlar yaşanmaya ve görülmeye değer… Çünkü her dönüşümde kendimi daha dingin, daha arınmış, kafamdaki soru işaretlerini çözmüş olarak dönüyorum. Zihnimin içinden kendi sonsuzluğumda geçirdiğim zamanlarda daha genç, daha sağlıklı, daha ayakları yere basan beni görüyor ve her seferinde kendime eklediklerimle şu an yaşamakta olduğum dünyama dönüş yapıyorum. Bir dahaki yolculuğumun yeri ve zamanını bilmeden kendi rutin işlerime bıraktığım yerden devam ediyorum. O deniz gören evime geçmeme olanak sağlayan küçük, büyülü deliği bazen bir şarkı tınısında, bazen bir yaprak hışırtısında, bazen yazı yazmaktayken satır aralarında, bazen de gözümün alabildiğine uzağında buluyorum. Bir dahaki yolculuğumun nerede ve hangi şartlarda beni bulacağını bilmeden ama merak içinde bu satırlarımı yazmaya son veriyorum.

 

Abonelik
Bildir
guest
1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Ayşen Altay

Sınıfların yaşam farkını alışılmadık biçimde anlatan, özgün ve başarılı bir öykü. Benim gibi pek çok okuyucuyu okurken ezecek güce sahip.

%d blogcu bunu beğendi: