Küçük bir odanın büyük eşyaları altında oturup kalbini coşturan, gözlerini aydınlatan mutluluk sebebine her bakışında mutluluğu artıyordu. Korkunçtu bu kadar mutlu olmak. Kalp hükmedildiği kafesine sığmıyor, bacakları kalbine ritim tutmak istiyordu. Dudakları ise gülümsüyor, sadece gülümsüyor, hiç konuşmuyordu. Biliyordu konuşursa, sevinç çığlıkları atarsa mutluluğu her şeye hükmeden kocaman ve sert insanlar tarafından gölgelenecekti. Bu kadar mutlu iken kırılmak istemiyordu. Küçücük pamuktan elleriyle tuttu elindeki çizmelerini. Bembeyaz tabanı, siyah fermuarı insanın içini ısıtacak bir toz pembeydi. Giymeye kıyamıyor yanından da ayırmak istemiyordu. Birden içini bir  telaş sardı  onu sürekli koruyamazdı, korunmasızdı çizmesi. Çocukça, önlemimi almalıyım, diye düşündü.

-Anne! Ayakkabı kutum nerede, annee!  Ne bir ses ne de cevap. O hiç susmayan, gürültüsüyle insanı yoran, bir savaş muharebesi hissi yaratan ev şuan sessizdi. Sessizlik tüm huzuruyla eve hükmediyordu. Tekrar seslendi annesine bu sefer cevap vermesi için dua ediyordu, hiç kimsenin oynamak istemediği bir çocuk gibi hissediyordu.

 – Anne, neredesin anne! Sesi gittikçe yükseliyor çatallaşıyordu. Mutluluğunu paylaşamayacağını biliyordu ama görmezden gelinme hissi duygularını baltalamış, baltayı kimsenin göremeyeceği bir yere atmıştı. Annesi yine duymamış cevap vermemişti belki de duymuştu. Seslenmesine bile gerek kalmadan ihtiyaç olduğunu hisseden annesi onun çığlıklarını duymuyordu kırıldı annesine, gözleri doldu ama direndi. Bir umut dedesine seslendi.

  – Dede, dede neredesiniz? Yine ses yok. Neden kalkıp onları aramadığını bilmiyordu, bulunmak istiyordu. Annesi onu arasın bulamayınca korksun istiyordu. Çizmesinin yanına kıvrıldı, gözü kulağı çizmesinde değil kapıdaydı. Çizmesini göremeyecek kadar birine ihtiyacı vardı. Kimse gelmiyordu, gitmeliydi artık içeriye. Uzandığı yerden kalkıp ayakkabısını yatağın altına itti en derine. Büyük eşyalar arasından geçip kapıya yöneldi. Boyunun bu sene eriştiği kapıya asıldı, o kapı uzunca büyük bir salona açılıyordu. Salonda sürekli oturan dedesi yoktu, hiç kimse yoktu, kuzenleriyle sebep olduğu uğraşılmaz dağınıklık bile yoktu. Misafir gelecekti galiba misafir gelince salon bu kadar toplu olurdu. Bir süre öylece durdu, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ağlamak istiyordu, gözleri yine direndi. Kalbi kabul etmiyordu mutluğunun gölgelenmesine, kalbiyle zıtlaşmıştı bu yaşta küçük. Kalbini ağlamaya ikna etmeye çalışırken bir ses duydu, kalbi bu savaşı kazanmıştı, kafesine sığmamaya devam etti. Duyduğu ses kime aitti bilmiyordu, önemli de değildi birinin olması ona yeterdi. Küçük ve hızlı adımlarla merdivene koştu, merdivenin başına gelince durakladı, o tek bir kişinin sesini, varlığını isterken aşağıda istemeyeceği kadar insan vardı. İnsanlardan yer gözükmüyordu. Kalbi ağlamaya ikna olmuştu artık. Çünkü kapısı kilitli olan yalnız dedesinin girebildiği çiçek bahçesinin kapısı açıktı. Tellerin arkasından konuştuğu çiçekler kocaman ve sert insanlar tarafından eziliyordu. Onlar  öldürdüğü çiçeklere bir kez olsun bakmıyorlardı. İnsan öldürdüğü cana unutmamak için bile bakamaz mıydı? Bakmadılar, unutacaklar. Vahşet yaşanıyordu bahçede, ilk geçen öldürmese arkasından gelen öldürüyordu. Dedesi nasıl izin vermişti anlam veremiyordu. Bahçeye girenlerin sayısı gittikçe artıyordu, yüzlerine çiçeklere basmanın acımasızlığı yansımıştı. Gözleri bulanıklaştı. Bakışlarını avlunun diğer tarafına çevirdi , kalabalıktı. Burada sadece kadınlar vardı bir vahşet yoktu. Yüzlerinde korku ve telaşla sürekli bir yere yetişme çabası içerisindeydiler. O kargaşada kırgın olduğu annesini seçebildi.

  – Anne, çiçekleri öldürüyorlar anne, burdayım! Ses telleri artık daha fazla çığlığı kaldıramayacaktı. Vahşette çığlık duyulmuyordu. Kimse onu görmüyordu görmezden gelinmek parça parça mutluğunu bitirmişti . Bu kadar kolaydı mutsuz etmek.

    Annesinin dikkatini çekmeliydi, insanları durdurmalıydı. Gözünü mermerin üstündeki küçük saksıya dikti. Elinden başka bir şey gelmezdi. Çiçeğin kırmızı yapraklarına teker teker ilgi gösterdi. Gerçeği çiçeğe anlatmalıydı “görüyorsun değil mi bahçedeki diğer çiçekleri nasıl öldürüyorlar, onları durdurmak için seni incitmek zorundayım. Beni affet, sana söz veriyorum ki o bahçeye bir sürü çiçek ekeceğim, yeni çiçeklere kahramanlarının sen olduğunu anlatacağım beni affet “ sonlara doğru küçüğün sesi titremişti. Çok utanıyordu, vahşeti durdurmak için kendisi de vahşet yaratacaktı. Onun bir farkı vardı diğerlerinden o, unutmayacaktı öldürdüğünü. Saksının yanından aldığı suyla yavaş yavaş suladı onu. Ölüme güzel uğurlamak istiyordu. “Özür dilerim Mandevilla sözümü tutacağım “ artık pek de pamuk olmayan elleriyle saksıyı itti gözyaşları içinde. Saksı yere düştüğünde sesi yankılanmıştı. İstediği oldu  herkes durmuş, kafasını kaldırıp meraklı gözlerle ona bakıyordu.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: