Aynada kendime baktım. Saçlarımı örmek her zaman bana iyi hissettirir. Her insanın bazı kendisine dokunan anları vardır. Bence bu anları farkettirmeden ona hissettiren, aklında tutulmasını sağlayan minik detaylar var. Mesela saçlarımın örgülü olması bana kendimi iyi hissettiriyor. Derinlere bakıp düşündüğümde, aklımda bir çocukluk anım geliyor. O zamanlar babaannem daha hayatta, bizimle yaşıyor. Okula başladığım ilk gün. Senelerce okula giden kırmızı ayakkabılı kız çocuklarını izlemiştim ve artık sıra bendeydi. O büyülü kırmızı ayakkabılar eve geldiği gün benim için bayramdı. Okulun ilk gününü iple çekmiştim. Heyecandan uyuyamamıştım, erkenden uyanmıştım. Baktım babaannem de uyanmış. Zannettimki  o da heyecanlanmıştı uyanıp ayakkabılarıma bakmak için uyandı. Sonradan anladım yaşlılıktan artık uyku sürelerinin kısaldığını, aslında her sabah erkenden kalkıp bizi uyandırmamak için odasından çıkmadan beklediğini. Beni görünce kapısının önünde gülümsedi. “ Gel bakalım yavrumun yavrusu. Ne istersin bugün?” diye sordu. Hep o gülen gözleriyle. “ Kırmızı ayakkabılırımı giymek!” dedim. Gülümsedi. “Senin saçlarını iki yandan örüp, kırmızı kurdela da takalım mı? Ayakkabılarınla takım olur.”dedi. Gözlerim o kadar parlamış olmalı ki, karşımda gülmeye başladı. Hemen eski şifonyerine gitti. En üst çekmecesini açtı, içinden kırmızı parlak iki adet kurdela çıkardı. İki tane de lastik. Dizlerinin önüne oturttu beni. O iki dize sırtımı dayadığımda buranın en sevdiğim ve en güven dolu yer olduğunu anlamamıştım o zaman. Başladı anlatmaya, “ Yavrumun yavrusu bilir misin baban okulun ilk günü hiç gitmek istememişti. Çok zor ikna etmiştik. Okula gideceği gün uyandım erkenden, deden de kalktıydı erkenden. Okula gitmek erdemdi bizim zamanımızda. Okula gidecek koca adam olacak diye heyecandan kalkmıştı adamcağız da erkenden. Gidip tavuklardan yumurtayı almış, istediği gibi yapmıştım yumurtasını. Sofra da her şey tamamdı. Domates, salatalık, biber, peynir, zeytin, yumurta ve babanın vazgeçilmezi bal. Ama baban bir türlü uyanmadı. Odasına gittik kaldırmak için ne görelim, oda bomboş. Okul kıyafetleri asılı kapının arkasında, hiç dokunulmamış. Hemen evi kontrol ettim yok. Okul için aldığımız ayakkabılar kapının önünde duruyor, ama babanın lastik ayakkabıları yok. Fırladım dedene, kaçmış oğlan git gel dedim. Söylene söylene gitti rahmetli. Evin az aşağısında dere boyuna gitmiş baban. Ağlıyordu deden eve getirdiğinde. Kahvaltısını zorla etti. Görsen sanki evden uzaklaşacak nasıl üzüntü. Giydirdik kıyafetlerini, oturdu senin gibi dizimin dibine saçlarını düzelteyim diye. Ne oldu yavrum diye sorunca başladı ağlamaya. Neymiş, kuzusu Üzüm bugün doğurabilirmiş, o yokken doğar da Üzüm ona küserse diye ağlarmış. Baban ağlıyor ben gülüyorum. İçim mutlulukla dolmuştu, canlı sevgisini okuldan önce öğretmişiz diye gurur duymuştum. Sen kaçmıyorsun bak okuldan baban gibi?”. Gülmüştüm ona, kaçar mıydım hiç? Okula gitmesem kırmızı ayakkabım olmazdı. Sadece bu ayakkabılar için bile gidebilirdim okula, hiç önemli değildi. Aynada baktım kendime, saçlarım örülü, uçlarında kırmızı kurdeleler. Kendimi çok beğenmiştim. O özgüvenle okula gitmiştim.

Bu anın üzerinden otuz sene geçmiş. Söz konusu kahramanlardan bir tek ben kaldım hayatta, önce babaannem o çok sevdiği eşinin yanına gitti, sonra da babam anne ve babasının arkasından gitti. Aynada gülümsedim kendime. Evet güzel olmuştu örgülerim. Uçlarında kırmızı kurdelam olmasa da, aynı saflıkla tek bir ayakkabı için bu kadar mutlu olamasam da bir dönem olmuştu işte. Buna bile gülümseyebilmek çok güzel değil mi? Gidenlerin arkasından gülümseyecek hikayalerle anmak onları çok harika değil mi?

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: