-Şöyle düşün hayatım, reçeli olamayacaksa Allah bir bitkiyi neden yaratsın ki?

       Bu cümlesiyle hemen ikna ediveriyor beni. Mutfağı güneş alan kadınların huyu suyu başka oluyor cidden. Sanki kimselerin nail olamadığı sırlar bir onlara bahşedilmiş gibi üstten üstten konuşuyorlar. Güneş yemeklerine de yansıyor, ellerinin lezzeti herkesten farklı oluyor. Senin benim bilmediğimiz otları, zeytinyağı çeşitlerini kullanıyorlar. Biz gölgedeki mutfaklarımızda buzdolabının içine isteksiz şekilde uzun uzun bakarken, mutfağı güneş alan kadınların hep dünden kalan yemeği farklı bir lezzete dönüştürme hevesi oluyor. Sadece hevesleri olsa iyi…Üstüne üstlük bir de buna yetenekleri oluyor. Merak etmeyin hayatla olan ilişkim, bu kadınları kıskanma evresini çoktan geçti artık. Sakinlikle, tebessümle izliyorum. Dediklerini yapıyorum. Hele onun kesin bir bildiği vardır diyorum. Bir bildiği olmasa da olur gerçi. Onun tek marifeti güneş alan bir mutfakta yemek yapmak değil ki, lavantadan reçel yapmayı isteyecek kadar yaşama hevesi var bir de. Bu yüzden sorgusuzca ne dese yapıyorum. O ise gönüllü öğrencisi olma hevesimden bir haber reçelleri anlatıyor bana. Tüm yaşama hevesiyle.. Yaşamaya sürekli sebep aramakla yaşamaya hevesli olmanın aynı şey olmadığını ona bakınca daha net görebiliyorum. Bu bile bir gelişme. Kendime yakıştığını düşündüğüm aslında daha önce onda gördüğüm bir gülüşle dinliyorum onu. Mutlu olmaya gayret gösteriyorum. Tekrardan…

      Tencereyi dediği yerden alıp, söylediği ölçülere birebirde sadık kalarak su ve şekerin kaynamasını bekliyorum. Suyun değişmeye başlayan rengine bakarken kendimi düşünüyorum istemsizce.  Kendim hiç aklımdan çıkmıyor ki ne yazık! Bir dilek hakkım olsa kendimi rahat bırakmayı isteyecek kadar kendimi düşünüyorum gece gündüz dur demeden. Yıllarca, günlerce, saatlerce bitmek bilmeyen bir düşünce hapsindeymiş gibi. Ona bakıyorum göz ucuyla. Lavanta çiçeklerinin şeklini bozmadan suyunu süzme telaşında olan bir kadın görüyorum. Aslında ben neredeyse otuz yıldır ona bakıyorum. Kendimle kavga etmediğim zamanlar onunla kavga ediyorum.

Kendi kendime…Kendi kafamın içerisinde…

       Hayır hayır kıskanma hissi inanın çok eskide, çocuklukta kaldı artık Ben sadece merak ediyorum. Merak etmekten de öte gerçek mi diye anlamaya çalışıyorum. Fakat her defasında sonu olmayan bir şüphe ile kalakalıyorum. Bir insan hele de bir kadın… Kendi kafasının içerisinde düşünceleriyle boğuşmadan sadece lavanta çiçekleriyle uğraşabilir mi cidden? Size yemin ederim o şuan uğraşıyor. Kafasıyla kavga eden insanı çok iyi bilirim. Nerede görsem gözünün ferinden tanırım. Onun kafasının içi ise sadece süzgecin deliklerinin çiçekler için çok büyük olmasına üzülmekle meşgul. Başka hiçbir derdi yok hayatta. Tüm aklıyla ve kalbiyle süzgeç deliklerinden lavaboya sızan o çiçekler için telaşlanıyor. Sanki lavanta kendisiymiş de o deliklerden süzülüp gidiverecekmiş gibi abartılı bir gerçeklikle yaşıyor endişesini. Kadın olmaktan çıkıp lavanta oluyor. Kafasının içi lavanta olabilecek kadar berrak, pürüzsüz…Bunu görebiliyorum. Tanıdık bir duygu beliriyor göğsümde. Daha hızlı karıştırmaya başlıyorum tencereyi. O lavanta olurken ben kepçe olup hızlıca dönüyorum.  Onu hem çok sevebilmem hem de çok nefret edebilmem için küçücük bir neden yetiveriyor ne yazık… Lavantanın reçel olabileceğine şaşırmakla başlayan o güzel hislerim uzun süre dayanamayarak bir süzgecin deliğinden geçebilecek kadar incelip küçülüyor. Kepçe olmaktan çıkıp bu sefer ben de o süzgeçteki lavantalara dönüşüyorum. Fakat onun aksine ben hızlıca lavaboya akıp oradan da siyah bir deliğe doğru koşmaya başlıyorum.

Kendi kendime…Kendi kafamın içerisinde…

       Bileklerimdeki sızı kendime getiriyor beni. Kaynayan tencereden gelen sıcaklık sargı beziyle sarılı bileklerime iyi gelmiyor. Bileklerim lavanta reçeli yapmak için kendini hazır hissetmiyor belli ki. Dürüst olmak gerekirse içimden gelen yoğun bir dürtü tencereyi de, süzgeci de alıp cama fırlatmak istiyor. Bunu yapabilme olasılığım geçmiş deneyimlerime bakarsak oldukça yüksek olduğu için nefes alma bahanesiyle kepçeyi tezgâha bırakıp daha doğrusu fırlatıp hızlıca çıkıyorum evden. Bir şey demiyor gidişime. Ne oldu diye bile sormuyor. Sormasın da zaten. Süzgecin deliğinden süzülen çiçekler için endişelenecek kadar sahte bir kadının evinde ablam olsa dahi kalamazdım değil mi?   

          Hızlı hızlı caddeye doğru inerken  “Hayır hayır bu olmamalı artık. Bunları aşmıştık, halletmiştik, kapatmıştık…” deyip sakinleştirmeye çalışıyorum kendimi.

       Aşamamışım, halledememişim, kapatamamışım belli ki.O bildik arkadaş..kafamı yakan öfke.. ziyaretime geliyor hızlıca. Daha önce defalarca olduğu gibi.

        Mümkün olduğunca uzağa gitme isteğiyle yürüyorum hızlı hızlı.Karşıdan karşıya geçerken  o anda bana yol verecek mi  diye baktığım şoförle göz göze geliyoruz. Ağzında sigarası elini direksiyondan ayırmadan yolun diğer tarafına beni sanki masanın üzerindeki kırıntıyı süpürmek istercesine “ Hadi geç geç yine iyisin yol verdik sana” işaretini yapıyor. Kızıyorum kafamın içinde. Kızmak ne kelime lan kuduruyorum! Öfkemin ipini bırakıyorum. Arabanın üzerine çıkıp ona bağırdığımı hayal ediyorum deli gibi. Hayır hayal etmekle kalmıyorum. Aslında gerçekten yapıyorum.  Zaten benim hakkım olan tüm şeylerin önüme atılırmış gibi sunulmasının, hayatla ilgili verilen tüm sahte ve gerçekdışı tavsiyelerin, lavanta çiçeklerinin lavaboya sızmasına neden olan büyük delikli süzgeçlerin, tek derdi buna endişelenmek olabilecek kadar hayatı mavi renginin içinde yaşayan ve mutfağı hep güneşli olan kadınların toplu olarak hıncını alıyorum o adamdan ve arabasından … Tekrardan…

        Yere ne zaman düştüğümü hatırlamıyorum. Belli ki arabasına saldırdığım adamla arbede yaşarken savruldum. Kafamın arkasından sıcak bir şey akıyor. Rahatlık ve sakinlik çöküyor üzerime. Onun benim için hazırlamaya çalıştığı o lavanta reçeli geliyor aklıma. Benim için yapacağı reçelin çiçeklerine gösterdiği o büyük özeni ve endişeyi özlüyorum. Bileklerimdeki dikişler çok acıtıyor. İnsanlar bana delirmişim gibi bakıyor, onlarla göz göze gelmesem bile hissedebiliyorum. Önemsemiyorum artık. Bulutlar aralanıyor. Yattığım yerden başımdaki kalabalığa rağmen güneşi ve maviyi görebiliyorum. Burnuma mis gibi bir lavanta kokusu geliyor. Onu ve mutfağını ağlayacak kadar çok özlüyorum. Tekrardan…

Abonelik
Bildir
guest
1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Sena Çakır

Sevgili Deniz Alev Erkanol, çok güzel bir öykü okudum sayenizde. Belli ki bir süre lavantadan reçel yapmayı isteyecek kadar yaşama hevesim var mı diye düşüneceğim. Bu güzel cümle için de teşekkür ederim.

%d blogcu bunu beğendi: