Denizlerden daha büyük bir sevdası olmamıştı. Ama gerçekler suyun altında nefesini tutabildiği kadar izin veriyordu hayal kurmasına. Şimdi hiç ısınamadığı mesleğini yapmak uğruna yaşamak istediği yeri, olmak istediği kişiyi terkedecekti. Gökdelenler arasına gizleyecekti ruhunun dinginliği arayan halini. Kalabalık sokakların çıkmazlarında bir deniz kokusu arayarak defalarca hayal kırıklığına uğrayacaktı. Sahilde çıplak ayaklarıyla bastığı yusyuvarlak taşları toplamayı özleyecek şanslıysa henüz asfalt dökülmemiş tenha bir sokak bulup ayağına batan köşeli çakıl taşlarını avuçlayacaktı. Bir tablo gibi ruhsuz duran insanların yüzlerinde arayacaktı kum tanelerinin sıcaklığını. Vücudundaki yazdan kalma yanık izi, güneşe baktıkça anımsadığı tek dostu olarak kalacaktı. Yol kenarlarında hep aynı şekle sokulmaya çalışılmış tek tük ağaca, parklardaki kelleşmiş çimlere yeşillik diyecekti. Geceleri yıldızsız bir gökyüzüne bakarak karanlıkta kayıp giden dileklerini tutmaya çalışacaktı.

 

Bavuluna bir çok ıvır zıvır sıkıştıracak asıl yanında götürmek istediklerini koyabileceği bir çanta bulamayacaktı. Elinde tuttuğu, insanlığa dair en ufak bir kaynak içermeyen özgeçmişini, insanların kaynaklarını keşfeden personelin, itinayla tozu alınmış ahşap masasına bırakacaktı. Yapay ağaçlarla süslenmiş, yüksek camlı olduğu halde gün ışığını bir türlü alamayan ofislerde gündüz vakti lambaları yakarak saatlerce çalışacaktı. Gitmek istediği yerlere hiç gidemeyen bir arabası olacaktı ve parasıyla satın alamayacaktı olmak istediği insanı. Yüksek katlı ama egzoz dumanı manzaralı lüks evini satın alabilmek için gençliği kefil olacaktı. Çok odalı geniş salonlu evinde tüm eşyalara en güzel yeri bulacak ama ruhunu sığdıracak bir iğne deliği bile bulamayacaktı. Hafta sonu tatillerini, günışığı görmeyen alışveriş merkezlerinde akşamın nasıl olduğunu anlamayarak geçirmek vazgeçilmez etkinliği haline gelecekti. En güzel yıllarını kazandığı maaşıyla bozdurup bozdurup hesapsızca harcayacaktı. Cebinden harcadıkça mutlu olmayı beklemekten hiç yılmayacaktı.

 

Bir de aşk vardı tabii..

 

Gerçek aşka olan inancını tamamen yitirmiş olarak beyniyle bir ilişkiye yelken açıp defalarca alabora olacaktı. Bedenen geceleri sarılıp uyumayacağı, ruhunu hiç tanımadığı bir yabancıya alkışlar eşliğinde evet diyecekti. Belki de şairin de dediği gibi her akşam farklı yataklarda birisine sarılarak uyuyacaktı. Dört duvar arasında, uyumsuz ruh eşiyle tutuştukları kavgalarda yüksek sesle psikolojik bozukluklarını yarıştıracaklardı. Rahmine tohum misali ekilmiş bir hücreyi, vücudu binlerce parçaya bölerek çoğaltacak ve hiç toprağa dokunmadan büyüteceği bir bebek dünyaya getirecekti.

 

Şimdilerde geçte olsa yeryüzünde nefes alıp verebildiği sürece hayal kurabilmeyi başarmıştı. Her gün yıllardır çok özlediği, en sevdiği iki mavinin birbirine karışmasına izin vermeyen, ufuk çizgisine bakabiliyordu. Bir elinde döndüğü zarardan yanına kalanlar, diğerinde duymadığı tek pişmanlığı; minik kızı…

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: