Aradan onlarca yıl geçmiş ve ırmağın üzerine sere serpe uzanmış yaprak zamanından sesleniyorum size. Badı-hazan derdiniz ya, işte tam o rüzgârın yanı başından. Hangi gökyüzünün altında soluklandığınızı, hangi yangınlardan kaçtığınızı, hangi özlemlerle titrediğinizi bilmeden… En ağır kelimeleri yüklenip kayboluşunuzun sessizliğinde. Kurduğunuz dünyanın kaçtığınız dünyadan daha serin olup olmadığından habersiz.  Dalların kuruduğu, mevsimlerin hasrete kurulu olduğu zamanlardan…

Elleriniz ceplerinizde, yanaklarınız damar damar, perçeminiz gözünüze düşmüş, yıkılan binanın enkazında tanımıştım sizi ilkin. Çarkların arasında un ufak olmuş göğüs kafesinizden yere düşen nefesinizi toplama çalışıyordunuz. Öylece kalakalmış ve derin bir türkünün kollarına bırakmıştınız kendinizi. Salkım salkım dökülen son şiiriniz, elinizde mürekkep boyası, gömleğinizde kalem lekesi… Öyle ya, şairdiniz, kalem erbabıydınız, onca satırı ilmek ilmek dokurken, hecelerden kurduğunuz aşkı gökyüzüne dikerken, son mührü defterinize vurduğunuzu bilemezdim. Yağmur damlalarıydı, çiğ taneleri ve camınıza konan bir serçeydi mısraları şahit tutuşunuz.… Gövdenizin buz tuttuğunu nereden bilebilirdim şiirinizden kuşlar uçururken… Yoksa, kuşların kanadına takılan son göçünüz müydü?

“Başka türlüsü var mıdır hayatın” demiştiniz ya avuçlarınızda tutuğunuz çayı yudumlarken. Tabi ya, “bak aslında hepimiz aynı yükü yüklenmişiz” diyebilir, yıpranmış ömrünüzü yamayabilir, en güzel hikâyeleri sizin için yazabilirdim… Göğün sakinlerine baktığınızda neye özlem duyuyordunuz? Sarı takvim yapraklarının bir bir koparılışını kendinize mi yormuştunuz? “Sizin de derdiniz var amenna” deyişinizdeki cılız ses, ayrı yazdığınız “De”…

 Yavaş yavaş kırışmaya başlayan alnınızı, hayra yorulmayan düşlerinizi, silgiyle köşelerini yırttığınız defterinizi göstermiştiniz sonra ve bir damla ile sayfaların nasıl da dağılıverdiğini. Çok değildi yaşadıklarınız; harf harf dökülen özlemler, bir kandilin titrek alevi… Görünenin arkasındaki yarayı bilememişim.

Şiirleriniz başlığına takılmıştım sonra, “Başkasının şiiri” “Başkasının gözleri” “Başkasından kalanlar”… İnsan kendisinden ancak başkası diyerek kaçarmış, saklandığınız kimliğinizi başkası ele vermişti hissedememişim.

Irmağın kıyısından yazıyorum size. Gür ormanların, birazdan tutuşacak sobanın yanı başından. “Sonbahar, insan zamanıdır” şimdi daha iyi anlıyorum. Gözümün seğirmesine bakmayın siz, kulağımda inceden akıp giden çınlamaya… Aslında gurbete giden ne sizsiniz ne de ben. İçimizdeki gurbet kuşlarının türküsü belleyin yazdıklarımı. Son yazdığınız şiirden nasıl çıkacağım şimdi ben? Köpüren denizi, gecelerin üşüten ayazını kimin dilinden okuyacağım?

Sonbahar zamanından, avuçlarıma aldığım kurumuş yaprakların evinden yazıyorum. Üzerimde yün battaniye, elimde boş defter, yanımda yazdan kalma gelincikler…

Belki bir bahar/d/a kavuşuruz…

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: